Sayfalar

25 Şubat 2016 Perşembe

26 ŞUBAT; 64 YIL ÖNCE BUGÜN, AVUSTURYALI-ALMAN HEYKELTRAŞ JOSEF THORAK VEFAT ETMİŞTİ.

TARİHTEN BUGÜNE DÜŞEN NOTLAR:
26 ŞUBAT 1952

64 YIL ÖNCE BUGÜN,
ANKARA GÜVEN PARK’TAKİ
YARIM KALAN EMNİYET ANITI’NI TAMAMLAYAN AVUSTURYALI-ALMAN HEYKELTRAŞ
JOSEF THORAK;
Doğum gününe üç hafta kala, 63 yaşında Walser Dağlarında Bavyera Salzburg karayolu üzerinde, Chiemsee gölü kıyısındaki Hartmannsberg Kalesinde, geçirdiği bir astım krizi sonrasında vefat etmişti.
Stüdyosunda figürleriyle çevrili bir bankta oturan Josef Thorak.
Bu tabloyu I. Dünya savaşı sırasında yapmış olduğu propoganda afişleri ile tanınan ve Thorak’ın yakın arkadaşı olan, Alman ressam Fritz Erler (1868-1940) yapmıştı. 


7 Şubat 1889’da Avusturya’nın Salzburg kentinde doğan Josef Thorak, 14 yaşında bir yandan Edmundsburg Manastırına (günümüzde Stefan Zweig Merkezi) giderken bir yandan da çömlekçi ustası olan babasının dükkanında çömlekçiliği öğrenmiş, akşamları da Viyana Uygulamalı Sanatlar Okulunun kurslarına devam etmişti. 1910’da Viyana Güzel Sanatlar Akademisi’nin sınavına girerek başarılı olmuş ve 23 yaşında Viyana Güzel Sanatlar Akademisi’nde sanat eğitimi almaya başlamış, o sırada Macar heykeltraş Anton Hanak’ın atölyesine de katılmıştı.


Zwei menchen - İki kişi 
Pieta - Meryem
Leda mit dem Schwan - Leda ve Kuğu 
Mutter mit kind - Çocuk ve Anne
Çocuk ve Anne heykeli bugün Polonya’da Gdansk bölgesinde 

Zaskoczyn kasabasında bir huzurevinin avlusundadır.


1920 yılından itibaren bağımsız bir heykeltraş olarak heykeller yapmaya başlayan Thorak, 1922 yılında I. Dünya Savaşı sırasında ölen 76 kişi anısına, Baltık denizi kıyısındaki Almanların Stolpmünde diye andıkları Ustka (9. yüzyılda kurulan balıkçı kasabası, Ujść) adlı Polonya kasabası için yaptığı “Der sterbende Krieger” Ölen Savaşçı heykeli ile dikkatleri üzerine çekmişti.




Taş bir dikdörtgen kaide üzerine oturmuş olan 200 kilo ağırlığındaki bronz heykel, öldürücü bir darbe almış ancak insanüstü bir çaba ile kalkanını kaldırmaya çalışan çıplak bir savaşçıyı betimler.




Kalkanın yüzeyinde Ustka halkının gelir kaynaklarını temsil eden üç ana kaynak, yelken, balıkçılık ve yüzme resmedilmişti.


Bu sembol halen Ustka’nın arması olarak kullanılmaktadır.
Heykelin kaidesi üzerinde yer alan Almanca yazıt savaştan sonra değiştirilerek yerine Lehçe “Dünya Savaşlarının isimsiz kahramanlarına- Ustka halkı” yazılmıştı. Heykel için Ustka kasabası halkı 57.000 Mark’ı kendi aralarında toparlamıştı.
Thorak Alman Boksör Max Schmeling'in büstünü çalışırken 
Thorak, 1928 yılında yaptığı çalışmalarla Berlin’deki Prusya Güzel Sanatlar Akademisi’nden bir Devlet ödülü almıştı.
Max Schmeling Büstü
32,5 x 22,5 x 19 cm.
Berlin, 1931
1930-32 Dünya Ağır Siklet Boks Şampiyonu Alman boksör Max Schmeling ile 1933 yılında evlenmiş olan, Çek film yıldızı Anny Ondra’nın modelliğini yaptığı, “Banyo sonrasında güzellik” isimli heykelini 1934-35 yılında gerçekleştirmişti.
Thorak, 44 yaşındayken 1933’te iktidara gelen Hitler’in Mimarı Albert Speer’in seçiciliğini yaptığı kamusal binalarla ilgili anıtsal çalışmalar yapma fırsatını yakalamıştı. O sırada Reich Stadı ve Olimpiyat Stadı için yapılacak çalışmalarda Avusturyalılara karşı bir muhalefet ve olumsuz tutum oluşmuştu.
Prometheus





Bu durum bizzat Hitler’in Avusturyalı-Alman heykeltraşları değerlendirmek istemesi üzerine değişmiş, Speer’in koruması altına giren Thorak, böylece 1936 Berlin Yaz Olimpiyatları için hazırlanan Olimpiyat Stadı için heykeller tasarlamanın yanısıra, 1937 Paris Uluslararası Fuarı Almanya Pavyonu için de anıtsal çalışmalar yapma fırsatı bulmuştu.

1936 yılında Thorak’ı Berlin’deki stüdyosunda ziyaret eden Hitler, onunla büyük projeler üzerinde konuşmuştu. Bu görüşme sonrasında Hitler tarafından Profesörlük ünvanı da verilen Josef Thorak, 1937 yılından itibaren Münih Güzel Sanatlar Akademisi’nde öğretim görevlisi olarak çalışmaya da başlamıştı. Ocak 1937’de Thorak o sıralarda Hitlere en yakın kişilerden ve aynı zamanda da Bavyera İçişleri, Eğitim ve Kültür Bakanı olan en üst rütbedeki (Gauleiter) Adolf Wagner’e bir yazıyla başvurmuş ve Hitler’le yapmış olduğu görüşmeden ve büyük projelerden bahsederek, bir stüdyo talebinde bulunmuştu. Bu isteğe Wagner Ekim ayında geri dönüş yapmış, Münih Güzel Sanatlar Akademisi’ne profesör ünvanı ile atanan Thorak’a Münih'in onbeş kilometre güneydoğusunda Baldham’da göle yakın, tamamı devlet fonlarından ödenmek süretiyle, 215.000 RM’a (Reich Mark) malolacak bir stüdyo inşaa ettirmişti. Ancak ertesi yıl bu stüdyonun küçüklüğü nedeniyle Hitler mimarı Albert Speer’a Thorak için daha büyük bir stüdyo tasarlaması için emir vermişti.

Josef Thorak, Barok mimarisini derinden etkilemiş,
Mirabell Sarayı ve Bahçelerini tasarlamış olan Avusturyalı mimar ve heykeltraş
Johann Bernhard Fischer von Erlach’ın (1656-1723) heykeli üzerinde çalışırken.

Baldham’da Thorak için özel olarak yaptırılmış olan (ikinci) özel Atölyenin
Kurt Lothar Tank’ın 1942’de Münih’te yayınlanmış olan “Deutsche Plastik unserer Zeit”, Çağımızın Alman Estetiği adlı kitabında yer alan illüstrasyonu 

Thorak’ın Baldham’daki Atölyesi’nin tavanı 18 metre yüksekliğindeydi ve büyük boyutlu heykellerin rahatça girip çıkabilmesini sağlamak için yapılmış 11,80 metre yüksekliğinde ikişer kanatlı üç çelik kapısı vardı. Atölyenin orta bölümü 700 metre kareydi.


Hitler’in emri üzerine Mimar Albert Speer, Münih’in doğusunda yine Baldham’da Thorak için özel olarak o yıllarda Avrupa’nın en büyük stüdyosunu planlamış ve inşaa ettirmişti.
Bu yeni stüdyo, Thorak’ın Otoban Anıtı,“Denkmal der Arbeit” (Emekçi Anıtı) gibi 17 metreye ulaşan büyüklükteki heykellerini tek parça olarak yapabileceği büyüklükte (orta salonu 700 m²) masif taştan inşaa edilmişti. Bu yeni stüdyo için yine devlet fonlarından yaklaşık 1.500.000 RM harcanmıştı.
Şubat 1938’de Stüdyo’nun inşaatı yarılanmışken Thorak, Nazi Almanyası’nın önemli Politik ve Kültürel şahsiyetlerinin de katıldığı büyük bir parti, “Richtfest” (Alman geleneklerinde yeni inşaa edilen yapının kutsanması töreni - bizde kiremitler koyulurken çatıya bayrak asmak gibi) düzenlemişti.
Richtfest Sembolü
Hitler’in Thorak’a verdiği imtiyazlar bununla da kalmamış, 1944 yılında, onun askerlikten muaf tutulmasını sağlamıştı. Yine aynı yıl Hitler tarafından yayınlanan, çeşitli dallardan 1041 sanatçıyı kapsayan “Gottbegnadetenliste” İlahi Yetenekli Listesi’ne eklenmiş, ayrıca Hitler’in 4 Heykeltraş, 4 mimar ve 4 ressam’dan oluşan oniki kişilik özel “Unersetzlichen Künstler” Yeri doldurulamaz Görsel Sanatçı Listesi’ne de Devlet Heykeltraşı tanımıyla dahil edilmişti.
Savaş öncesinde Hitler’in yeni Başbakanlık Çalışma Ofisi, “Neue Reichskanzlei” için tasarlamış olduğu iki adet bronz at heykeli ile artık Thorak yükselişe geçmiş, Arno Breker’den sonra Üçüncü Reich’ın en önemli heykeltıraşlarından biri olmuştu. 


Savaştan sonra sağlam kalabilen birçok Nazi sanat eseri yerlerinden kaldırılmıştı.
Berlin Duvarının inşaasından sonra ortadan kaybolan Thorak tarafından yapılmış Hitlerin Başkanlık Sarayı önündeki iki adet Bronz At heykeli ise, Mayıs 2015’te yapılan bir baskında satılmak üzere saklandıkları bir depoda polis tarafından bulunmuş, heykellerinin 30 yıl boyunca Doğu Almanya’da bir Sovyet askeri üssünde sergilendiği de anlaşılmıştı.









Josef Thorak, Hitler, Propoganda bakanı Joseph Goebbels ve Hitler'in dişi Alman Çoban köpeği Blondi ile birlikte, Hitler'in on yıl boyunca tatillerini geçirdiği Bavyera Alpleri’nde Berghof Berchtesgaden yakınlarında Obersalzberg’deki dinlenme evinde.
Ocak 1945’te yeraltı sığınağı Führerbunker’da Hitler ile birlikte kalan 1941 doğumlu Blondi, 30 Nisan 1945'te Hitler intihar etmeden önce yeni doğurduğu beş yavrusu ile birlikte Hitler’in vermiş olduğu emre uyularak Werner Haase tarafından siyanür kapsülü ile zehirlenerek öldürülmüştü. 
Josef Thorak, Adolf Hitler’in yanısıra,
Benito Mussolini’nin ve Friedrich Nietzche’nin mermer büstlerini yapmış, ayrıca modern tıbbın kurucularından biri sayılan Almanca konuşan İsviçre’li doktor ve kimyager Paracelsus’un ve Kopernik’in de mermer heykellerini yapmıştı.
Adolf Hitler’in 1942 yılında yapılan bu mermer büstü, Polonya Gdansk Ulusal Müzesi yakınlarında eski bir manastırın bahçesinde yapılan kazı sırasında bulunmuştu.
Friedrich Nietzsche 
Paracelsus Anıtı, Salzburg
(Phillipus Theophratus Bombastus von Hohenheim) 


Copernicus
Dikdörtgen bir kaide ile birlikte tek parça halinde, içerisindeki kırmızımsı parçacıkları nedeniyle “alabalık mermeri” olarak adlandırılan Salzburg yakınlarında kuzey Alplerden çıkarılan Kireçtaşı’ndan yapılmış, Üçüncü Reich’ın bir uçak kazasında hayatını kaybeden Silahlanma Bakanı Dr. Fritz Todt’a (1891 - 1942) ait büst. (28 x 32 cm), toplam yüksekliği 54 cm. 
Büstün boyun kısmında ensesine denk gelen yerinde Thorak 1942 şeklinde imza vardır. 1938 yılında Thorak’ın Hartmannsberg Kalesi’nde yaptığı bu kireçtaşı büst II. Dünya Savaşı sonrasında Chiemsee’lı bir vatandaşın koleksiyonunun parçası olmuştu.
“Putzi” olarak tanınan Ernst Hanfstaengl’in gerçek boyutlu bronz, kahverengi patineli büstü. 1934, Yükseklik 35 cm. yüksekliğindeki büst altındaki mermer ile birlikte 42,5 cm.
“Putzi”, Bavyeralı varlıklı bir sanat yayımcısının Amerikalı eşinden olan oğluydu. Hitler'in sırdaşı, ona sık sık piyano çalan yakın dostuydu ve “Mein Kampf” Kavgam kitabının yayınlanmasını finanse etmişti. Resmi olarak da Goebells ile tartıştığı 1933 yılına kadar Hitler'in basın danışmanlığını yapmış, görevinden ayrıldıktan sonra, 1937’de Hitler’in yakın çevresinin ona karşı gerçekleştirdikleri suikast girişimi sonrasında önce İsviçre’ye, ardından İngiltere’ye kaçmış, orada düşman yabancı olarak hapsedilmiş, sonra Kanada’da bir esir kampına, ardından da ABD’ye teslim edilmişti. 1942 yılında ABD’de yaklaşık 400 Nazi liderlerinin bilgilerinin çalınması kapsamında, Başkan Roosevelt’in “S-Projesi” için çalışmış, Hitler'in özel hayatı ve kişisel bilgileri de dahil olmak üzere, onun hakkında 68 sayfa bilgi sağlamıştı. 1944 yılında, İngiltereye geri teslim edilmiş ve savaşın sonunda da Almanya’ya iade edilmişti. Roosevelt büyük ölçüde “Putzi”nin bilgilerinden faydalanmış ve Nazi karşıtı propagandalarını sürdürerek başarılı olmuştu.
SS (Schutzstaffel, Koruma Timi), önceleri Hitler’in kişisel muhafızlığını yapmak üzere kurulan birliklerin Onursal Lideri Rudolf Hess’in gerçek boyutlu bronz, kahverengi patineli büstü. 36 cm. bronz büst altındaki mermer ile birlikte 48,5 cm. Thorak bu büstü 1935-1940 yılları arasında yapmıştı. Büst bir müzayedede 15.000 Euro’ya satılmıştı.
Josef Thorak’ın karakalem bir eskiz çalışması 
Son olarak üzerinde çalıştığı büyük boyutlu bir kompozisyon olan, “Denkmal der Arbeit” Emekçi Anıtını, Salzburg yakınlarında Otoban Sisteminin Avusturya sınırının güney girişi üzerine yerleştirilmek üzere tasarlamış, ancak bu büyük proje tamamlanamamıştı.



“Denkmal der Arbeit” Emekçi Anıtı 

Başkent ANKARA,
Emniyet Anıtı,
Anton Hanak ve
Josef Thorak
Ankara Cumhuriyetin ilanından iki hafta önce,
13 Ekim 1923’te Başkent olarak ilan edildikten sonra hummalı bir faaliyet başlamış, o güne kadar küçük bir Anadolu kenti olan Ankara genç Cumhuriyetin ve modern yaşamın örneği olacak ve hem içeride hem de dışarıda Yeni Türkiye Cumhuriyetini temsil edecek şekilde yeniden tasarlanmaya başlanmış ve kısa sürede dev bir şantiyeye dönmüştü.
1920’lerin Ankara Kalesi (Doğudan) ve Bent deresi 
Ankara Başkent olduktan sonra süratle göç almaya başlamış, eski kentin kale ve çevresi ile sınırlı dokusu bu baskıları karşılayamaz hale gelmişti. Bu nedenle kentin önlenemez büyümesi bir planlama ile kontrol altına alınmalıydı. Bunun için 1924’te Alman mimar Carl Christoph Lörcher’e bir plan hazırlatılmış ancak kullanılmamıştı.
Carl Christoph Lörcher’in Ankara İmar Planı,1924 
1927 yılında yeni bir imar planı yarışması açılmış, ancak yarışmaya sınırlı sayıda kent plancısı davet edilmişti. Akla gelen ilk isim Alman mimar Prof. Ludwig Ernst Emil Hoffmann olmuş, ancak o sırada 75 yaşında olan profesör, yaşının ilerlemesi nedeniyle bu öneriyi reddetmiş, Berlin Yüksek Mühendislik Yüksek Okulu hocalarından Josef Brix ve Hermann Jansen’i önermişti. Bu iki yarışmacının yanısıra daha sonradan Fransız Hükümeti’nin başmimarı Leon Jausseley de dahil edilmişti. 26 kişiden oluşan Jüri ekonomik ve uygulanmasını daha kolay bularak Alman Mimar ve Şehir Plancısı Hermann Jansen’in Lörcher’in bazı temel prensiplerini de aldığı planını seçmiş ve 1932 yılında TBMM tarafından da onaylanan bu plan doğrultusunda Ankara şekillenmeye başlamıştı. Bu nedenle Carl Christoph Lörcher, Hermann Jansen’e karşı 1930 yılında Berlin’de dava açmış ve tazminat talebinde bile bulunmuştu. Jansen’in planı, bazı prensipleri hayata geçirilmişse de varlıklı ve nüfuzlu kesimlerin planlara aykırı istekleri, yönetimin de yardımıyla delinmiş ve tam olarak hiçbir zaman uygulanmamıştı.
Hermann Jansen
(28 Mayıs 1869- 20 Şubat 1945)
Hitler’in iktidara geldiği sırada Magdeburg Belediye Başkanlığını yapan, ancak 1935’te Almanya’dan ayrılmak zorunda kalarak önce İngiltere’ye daha sonra da Türkiye’ye gelerek 1939-1945 yılları arasında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde Şehircilik Dersleri veren Alman siyasetçi Ernst Reuter, Jansen Planı’nın işlemeyeceğini, planın düzenine aykırı gelişmelerin oluşabileceğini ilk görenlerden birisiydi. Bir gün Mustafa Kemal Atatürk’le yaptıkları bir görüşmede,
“Bir şehir planını tatbik edebilecek kadar kuvvetli bir idareniz var mıdır?”
diye bir soru yöneltmiş, soruya kızan Mustafa Kemal biraz sertçe,
“Koca memleketi yedi düvelin elinden kurtarmışız. Bir ortaçağ saltanatını yıkarak yerine yeni bir yeniçağ devleti kurmuşuz. Bunca devrimler yapmaktayız. Bütün bunları başaran bir rejim bir şehrin planını tatbik edebilecek kuvvette olmadığı nasıl sorulabilir?”
diyerek cevap vermiş,
bunun karşısında, dik kafalı Prusyalı,
Reuter sadece,
“Belki sizin hakkınız var, biz Almanya’da bile türlü güçlüklerle uğraşıyoruz da, onun için sormuştum”
demekle yetinmişti.

(Falih Rıfkı Atay’ın Çankaya kitabından)

Ernst Rudolf Johannes Reuter, 1946’da Berlin'e dönmüş, Alman Sosyal Demokrat Partisi SPD’yi yeniden örgütlemiş, 1948’de Berlin ikiye bölündüğünde Batı Berlin'in ilk Belediye Başkanı olmuştu.
Ernst Rudolf Johannes Reuter
(1889-1953)
Bakanlıklar Bölgesi, hemen onun yanıbaşında dönemin seçkin bürokratları ve seçkinlerin yaşayacağı az katlı, bahçe içindeki modern yapılar ve kuleleriyle küçük şatoları andıran villaların belirlediği yeni bir şehir,
YENİŞEHİR
Kızılay Parkı ve az katlı bahçeli evler.
Parkın hemen bitişiğindeki iki katlı ev Ankara Vali Konağıydı, 14 Eylül 1955-9 Ekim 1957 tarihleri arasında Ankara Valiliği yapan Cemal Göktan Bey, Konya Valiliği yaptığı sırada ailem ile tanışmış ve Ankara’da görüşmeye devam etmişlerdi, o evin bahçesinde oynadığımı hatırlarım. Sağda parkın içinde görülen Kızılay Maden Sularının satıldığı Büfeydi ve önündeki küçük yuvarlak havuz içerisinde kırmızı balıklar vardı çocukluğumda. Arka planda tepede görünen büyük yapı ise eski deyişle Erkan-ı Harbiye ya da Milli Müdafaa, Bugünün Genel Kurmay Başkanlığı Karargahı.
Kuleli küçük Ankara Şatolarından kalan son örneklerden birisi;
Ankara-Çankaya Tapu Kadastro Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi
Tam karşısında ekleme yapılmamış bir örneği daha vardı,
Macar Sefareti olarak uzun yıllar kullanıldı, şimdilerde sanırım bir kebapçı. 
Kuleli küçük Ankara Şatolarından bir diğeri,
hemen 
Ankara-Çankaya Tapu Kadastro Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi’nin karşı kaldırımı, 
Eski Macar Sefarethanesi
1920’lerin başlarında, Ankara’nın iki ana
arterinin, Kuzey-Güney aksında Ulus-Çankaya ve Doğu Batı aksında Cebeci-Bahçelievler aksının kesiştiği noktada, etrafında gezilen, banklarında oturulan, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın parkta verdiği konserlerin izlendiği, ortasında Barok üslupta bir heykel gurubunun yer aldığı ve üstündeki taşıma kabından suların döküldüğü “Su Perileri Havuzu” nedeniyle “Havuzbaşı Meydanı” olarak adlandırılan meydan vardı.



Daha sonra bu meydanın kuzeydoğu köşesinde 1929 yılında inşaa edilen Avusturyalı mimar Robert Oerley’in (1876-1945) tasarımı olan Kızılay Merkez Binası ve onun hemen önündeki havuzlu Kızılay Parkı, Jansen planının Ankara kentine kazandırdığı en önemli unsur olmuş, daha önceleri “Havuzbaşı” adıyla anılan meydan giderek önem kazanan ve sonunda kentin merkezi haline gelen “Yenişehir”e dönüşmüştü.
Yenişehir’den Kaleye doğru bakış,
sağda inşaa halindeki Kızılay Merkez Binası şantiyesi görülmekte. 1928-29











Ankara’da dolaşmadığı yer kalmayan ünlü Su Perileri Havuzu,
arka planda kuleli küçük Ankara Şatolarından biri daha.
1924-25 CHP Genel Sekreterliği ve 1925-27 yılları arası Dahiliye vekilliği yapan Mehmet Cemil Uybadın’ın (1880-1957) evi. O kuleli şato yıkılarak yerine 1957 yılında mimar Enver Tokyay’ın projelendirdiği, Türkiye’nin ilk gökdeleni Emek İşhanı 75 bir Amerikan dolarına inşaa edilmiş, 1964 yılında tamamlanmıştı. Fotoğrafta şık bakımlı giyimleriyle modern Ankara’lı Beyefendiler.
Her ikisinin de ayakkabılarının üzerindeki Getr* dikkat çekici.
*Getr: Ayakkabının üstünden bacağın alt bölümüne değin sarılan bir tür tozluk.

Karlar altındaki Havuzlu Kızılay parkından Mehmet Cemil Uybadın’ın kuleli evinin görünüşü.
Kulenin üzerindeki X’lerden hareketle tarihin onuncu yıla, 1933’e denk geldiği söylenebilir.





Bahçe içinde az katlı Yenişehir evleri 
Hermann Jansen, Ankara İmar Planı uygulamaları için 1938 yılına kadar Türkiye’de kalmış, çalışmalarına devam etmişti.
Jansen Planı 
Jansen’in planında Atatürk Bulvarı ile Milli Müdafaa Caddesinin Kızılay Meydanında kesişerek Bakanlıklar bölgesine doğru genişleyen bir üçgen oluşturan aksının ortası tamamen yaya trafiğine terkedilmiş, mimari projelendirmesini Clemens Holzmeister’in yaptığı projeye göre, aksın sağında ve solunda Bakanlık binaları yer almış ve ileride inşaa edilecek TBMM’sine kadar devam eden üçgen bir yeşil alan hazırlanmıştı ki, (Hükümet Kartiyesi/ Vekaletler Mahallesi) bu da tam olarak olmasa da büyük ölçüde Jansen plana sadık kalınarak uygulanmıştı. Parçalanmış ve yıpratılmış ve güvenlik nedeniyle yayaya kapatılmış bile olsa bu üçgen ve içerisindeki yine Clemens Holzmeister’in tasarlayıp inşaa ettirdiği Bakanlık binaları, kurumlar başka daha büyük binalara taşınmış olsalar da başka kimliklerle hala yaşamaya çalışmaktadır.
Jansen Planında Bakanlıklar Bölgesi üçgen yeşil yaya alanı ve
kırmızı okla işaretli Güven Anıtı ve Güven Parkı
Hermann Jansen Yenişehir’de Kızılay Parkının tam karşısında ortaya çıkan bu yeşil alanın başlangıç noktasında yeni bir park düşünmüş ve parkın girişinde de İstanbul Fatih Belediyesi önünde yer alan Tayyare Abidesi gibi dikilitaş benzeri bir uçak anıtı dikilmesini öngörmüştü. Ancak o alana güvenlik güçlerine (Polis ve Jandarma) adanacak bir anıt yapma fikrini dönemin en güçlü isimlerinden Dahiliye Vekili Şükrü Kaya ortaya atmış, bu fikir Mustafa Kemal Atatürk tarafından da desteklemiş, böylece Zabıta Abidesi, Emniyet Anıtı düşüncesi bu şekilde ortaya çıkmıştı.
Zaten Mustafa Kemal Atatürk, Osmanlı döneminde göz ardı edilen heykeltraşlığın bir sanat biçimi olarak modern Türkiye’de sıkça görüleceğinin işaretini daha Cumhuriyet ilan edilmeden kısa bir süre önce, 22 Ocak 1923’te Bursa’da Şark Sineması salonunda halkla konuşması sırasında ;

“... İnsanlar olgunlaşmak için bazı şeylere muhtaçtır. Bir millet ki resim yapmaz, bir millet ki heykel yapmaz, bir millet ki fennin gerektirdiği şeyleri yapmaz; itiraf etmeli ki o milletin ilerleme yolunda yeri yoktur.”

“... Dünya’da uygarlığa ulaşmak, ilerlemek, gelişmek isteyen bir ulus ister istemez heykel yapacak ve heykelci yetiştirecektir”
diyerek, çok önceden resim, heykel, sanat ve anıt konusundaki düşüncelerini ifade etmişti.
Şükrü Kaya, Dahiliye Vekili
(1883-1959) 
1929 yılında Hâkimiyet-i Milliye gazetesi
“Zabıta Abidesi Nasıl Olacak?” başlığıyla bir yazı yayımlamış ve;

“Abidede halkın, cemiyetin höcresi olan aile ile temsili düşünülüyor. 
Ortada sükûn ve saadet içinde yaşıyan bir aile ve etrafında da bunların o saadetini temin için bir taarruza karşı koyan ve cürüm yapanlarla mücadele eden jandarma alegorik gruplarla temsil edilecek.”
diyerek yapılacak anıtın ana fikrini ilan etmişti.

Mustafa Kemal Atatürk anıtın inşaası için, o dönemde Ankara’da Cumhurbaşkanlığı başta olmak üzere birçok kamusal binasının tasarımına ve gerçekleştirilmesine imza atmış olan Avusturya’lı mimar Clemens Holzmeister’ı görevlendirmişti.

1938’den sonra İstanbul’a yerleşen Clemens Holzmeister öğrencileri ile birlikte, İstanbul 1948 
İki yıl içerisinde parkın ve parkta yer alacak anıtın mimari tasarımını yapan Clemens Holzmeister ise heykeltıraş olarak Avusturyalı heykeltraş Anton Alois Hanak’ı seçmiş ve davet etmiş, anıtın heykellerinin tasarımı Hanak’a şipariş edilmişti.
Anton Hanak
(1875- 7 Ocak 1934) 

“M. Yansen Ankara’nın plânını ikmal etmiştir. Gelecek sene Dahiliye Vekâleti binası ve Millî Müdafaa Vekâletile Çankaya arasında havuzbaşında bir zabıta abidesi rekzedilecektir*. Plân M. Holzmeister’indir. Abidenin bronz heykeli Viyana’lı bir heykeltraşa yaptırılacaktır.”
*rekzetmek: dikmek, saplamak, kurmak

Cumhuriyet Gazetesi 10 Kasım 1931
1899-1893 yılları arasında Viyana’da ahşap heykeltraşlık eğitimi alan, sonrasında Viyana Güzel Sanatlar Akademisi’nde yüksek öğrenim yapan Anton Alois Hanak, 1905 yılında Viyana Secession’da ilk sergisini açmış, 1908’de Viyana Uygulamalı Sanat Okulu’nda öğretim görevlisi olarak görev almış, 1913 yılında aynı okulda Anıtsal Heykelcilik kürsüsünü devralmıştı.
I. Dünya Savaşı sonrasında 12 Kasım 1918 tarihinde, Avusturya Macaristan İmparatorluğu çökmüş, Habsburg Hanedanı tahttan çekilmiş ve Avusturya’da Cumhuriyet ilan etmişti. Avusturya Cumhuriyeti’nin kurulmasının onuncu yılı anısına, Viyana’da Parlamento Binası ve Epstein Sarayı arasında Dr.Karl Renner Ring, Grete-Rehor Park içinde üç Sosyal Demokrat Liderin, Jacob Reuman, Victor Adler ve Ferdinand Hanusch’un büstlerinden oluşan bir “Republik-Denkmal” Cumhuriyet Anıtı inşaa edilmiş ve 12 Kasım 1928’de açılışı yapılmıştı. 

Ortadaki Avusturyalı Sosyalist Victor Adler'in büstü, Anton Hanak’ın tasarımıdır.

Anıt, 1934 Avusturya İç Savaşı sonrasında sökülmüş, 12 Kasım 1948’de yeniden inşaa edilmişti.
Anton Hanak, Victor Adler Büstü, 1918
Anton Hanak Stüdyosunda, “Der Letzte Mensch” İnsanlığın Sonu
heykelinin modeliyle, 1917
Anton Hanak, “Der Letzte Mensch” İnsanlığın Sonu heykeli
1934’den sonra Bronz döküm yapılmıştı.
Viyana Karlsplatz’da Viyana Müzesi önündedir.


Anton Alois Hanak, Magna Mater (Kybele / Anadolu kökenli Ana Tanrıça) Çeşmesi,
Viyana 1925

 
Anton Hanak, Viyana Merkez Mezarlığı Girişi’nde
I. Dünya Savaşı sırasında ölenlerin anısına yaptığı,

“Schmerzensmutter ” - Mater Dolorosa, Acıların Anası heykeli, 1925













1923-24 ders yılında kişisel anlaşmazlığa
düşerek Viyana Uygulamalı Sanat Okulu’ndaki görevinden ayrılmış, kişisel çalışmalarına ağırlık vermişti. 1931’de Ankara Zabıta Anıtı’nın tasarımını üstlendiğinde bir yandan da Viyana Güzel Sanatlar Akademisi Heykeltraşlık kürsüsündeki görevini sürdürmüştü.
Ülkesinde tanınan ve saygı gören Anton Hanak, buna rağmen uzun süredir böylesine büyük bir proje içerisinde yer almamıştı. 56 yaşındayken, 1931 yılında Holzmeister ile birlikte Ankara’ya gelmiş ve Atatürk ile yaptıkları görüşmede, içerisinde yer almayı çok istediği ve önemsediği bu proje ile ilgili önerilerini, O’na bizzat aktarmıştı.
“Abidede halkın, cemiyetin höcresi olan aile ile temsili düşünülüyor. Ortada sükûn ve saadet içinde yaşıyan bir aile ve etrafında da bunların o saadetini temin için bir taarruza karşı koyan ve cürüm yapanlarla mücadele eden jandarma alegorik gruplarla temsil edilecek.”  fikrine uygun olarak Hanak’ın ilk çalışması
Hanak gelmeden önce Holzmeister tarafından tasarlanan projede amaç; ulusun polisine ve jandarmasına duyduğu güveni yansıtmaktı. Ancak Hanak, gerek sağlık sorunları, gerekse son yıllarda yaşadığı olumsuzluklar, yarım kalmış projeler ve ekonomik sıkıntılar nedeniyle “hayatının eseri” olarak görmeye başladığı bu anıt projesinin, yeni kurulan Cumhuriyetin ideolojisi yansıtmanın yanısıra, geleceğe miras bırakacağı, adını yaşatacak ve sanatını yansıtacak bir başyapıt olmasını düşünmekteydi.

Anton Hanak, farklı yıllarda, aldığı notlarında sürekli olarak şu cümleleri yazmıştı;
“Halka seslenen, gelecek için yol gösteren bir işaret olmalı. Anıtın hem derinlerinde yatan içeriği, hem dışarıya seslenen biçimi ‘Yeni Türkiye Cumhuriyeti bu esaslar üzerinde inşa edilmiştir’ olmalı. Bir volkandan yükselen, kor halindeki metalin sönmeyen alevinde ışıldayan, iki devin önünde durduğu taş bir mimari yapıt.

Bin yıllık yaşlı Türkiye’nin sembolü ve muazzam bir güçle Türkiye’nin sarsılmaz temelleri üstünde doğrulan genç Türkiye’nin sembolü. İki sembol de yanyana duruyor ve bir bütün oluşturuyor. Anıtın taş ana duvarının arkasında, hareketleriyle Türk halkının hayattaki tehlikeler karşısındaki mücadelesini ifade eden, vakur, güvenli ve yaşam sevinciyle gelişimini sürdüren figürler oyuldu.”

Hanak kendisine sipariş edilen Polis ve Jandarma figürlerine sembolik anlamlar yükleyerek farklı insan figürleriyle kendi sanatsal anlayışını yansıtmak istemiş ve böyle çıkmıştı Ankara’lıların karşısına. İlk modellerini Kasım 1931’de sunmuş, bazı değişiklik istekleri ile birlikte kabul edilmişti. Proje ile bizzat Dahiliye Vekili Şükrü Kaya ilgileniyordu. “Hanak, taslakları Dahiliye Vekiline gösterecek” notu da bunu gösteriyordu. İlk istek tasvir edilen figürlerdeki kişilerin Türk tipine uygun olmasıydı ve bunun için Hanak’tan Türk halkının görünümü üzerinde çalışması istenmişti.

Bu arada Anton Hanak Viyana Üniversite’sinde profesörlüğe atanmış ve Çağdaş Avusturya Sergisi’nde altın madalya kazanmış olmasına rağmen, 1926 yılından başlayarak üzerinde çalıştığı ancak bir türlü başlanmayan Gustav Mahler Anıtı yetmez gibi Mahler’in musevi olması nedeniyle aldığı tehditler yüzünden 1932 yılının Temmuz ayında bir sinir krizi geçirmiş ve altı hafta kadar hastanede yatmak zorunda kalmıştı. Ayrıca,1927’den beri üzerinde çalıştığı diğer bir müzisyen anıtının, Richard Wagner Anıtı’nın da çalışmalarını bırakmak zorunda kalmıştı.
Bu günlerde yaşadığı sıkıntılı günlerini, Ağustos 1933’te not defterine şu cümlelerle aktarmıştı:
“Şu an bizde tüm Almanya Almanları “Nazi”ler yüzünden yasaklı. Avusturya’da aslında Nazi yok, ama güvenlik nedeniyle Richard Wagner heykelini dikmeyeceğiz. (...) Şimdi rüzgar başka taraftan esiyor ve artık uslu Avusturya’lılar heykel sahibi olacak”

Hanak 1932 yılının Ekim ve Kasım aylarında Holzmeister ile birlikte anıtın kaidesi için Ankara yakınlarındaki taş ocaklarını gezerek (büyük bir ihtimalle Gölbaşı civarı) uygun malzeme arayışına girmiş, birlikte kırmızımsı gri mor renklerde olan Ankara Taşı’nda karar kılmışlardı. Figürler ise Bronz olacaktı.
(Bir kayaç türü olan Ankara Taşı (Andezit), aşınmaz ve kaymaz bir malzeme olduğu için tercih edilmişti muhakkak ancak günümüze geldiğinde nedendir bilinmez anıt iddia edildiğinin aksine oldukça fazla aşınmış bir durumda.)
Hanak’ın kendi fikrini ele aldığı ilk çalışmalarından bir model










Anıt için Hanak’ın yaptığı ilk modeller 1931 yılında incelenmiş, bazı değişiklikler yapması şartıyla kabul edilmişti. Ancak yollamış olduğu ilk modellere Mayıs 1932’de Ankara’dan değişiklik istekleri ve ekleme talepleri gelmiş, “EMNİYET” ifadesinin anıta eklenmesi iştenmişti. Tüm bu değişiklikler, eklemeler ve düzeltmeler sürerken resmi olarak anıtla ilgili anlaşma ancak 7 Kasım 1932 tarihinde dönemin Ankara Valisi ve Belediye Başkanı Nevzat Tandoğan ile Mimar Clemens Holzmeister arasında Viyana’da I. Schillerplatz No:3’te, Viyana Güzel Sanatlar Akademisi binasında imzalanmıştı.   
Viyana I. Schiller Platz No:3
Viyana Güzel Sanatlar Akademisi













Bu sırada Clemens Holzmeister tarafından tasarlanmış olan anıtın kaidesinin inşaatına başlanmış ve devam etmekteydi ve bir ay içerisinde tamamlanması bekleniyordu.
Clemens Holzmeister tarafından tasarlanan anıtın kaidesi tamamlanmış
ve yetkililer tarafından denetlemesi yapılmakta.

Kaidesi tamamlanmış ve yetkililer tarafından denetlemesi yapılan anıtın kaidesinin bu fotoğraflarını 1932-34 yılları arasında Ankara’da bulunmuş olan İsviçreli yazar, gazeteci, fotoğrafçı ve seyyah Annemarie Schwarzenbach çekmişti.
Fotoğrafların kaynağı İsviçre Ulusal Kütüphanesidir.

Anton Hanak, Viyana yakınlarındaki Langenzersdof’daki stüdyosunda “savunma iradesi içindeki askeri kuvvetleri ve Türk halkının iyilikseverliği ve kutsallığını” simgeleyen dev tunç figürleri ve sağ ve soluna yerleştirilecek yüksekliği 2 metre uzunluğu 6 metre olan “polisin ve jandarmanın tehlike dolu ve halkın güvenliğine hizmet eden görevlerini yerine getirirken”ki hallerini betimleyen rölyeflerin alçı modellemelerini hazırlamaktaydı.

İki dev bronz figürün yer alacağı büyük taş bloğun arka yüzü içinse, “Gaziyi, halkın koruyucusu olarak -halkın emniyetini muhafaza eden, yol gösteren deha olarak” tasvir eden bir kompozisyon üzerinde çalışıyordu.
Hanak, anıtın arka yüzü için, taştan ve yüksek kabartma tekniğiyle,
ortada Atatürk’ün ve beş figürün yer aldığı,
50x60 cm.lik küçük bir eskiz çalışması hazırlamıştı.
Arka yüzün sağ ve sol alt rölyeflerinde ise, “halkı huzur içerisinde çalışırken” betimleyen  “çiftçi, sanayici, dokumacı, zanaatkar, yazar, ressam, çömlekçi” gibi figürlerin modellemeleri ile uğraşmaktaydı.

“Emniyet” yazısının eklenmesi önerisi beraberinde ulusun kurtuluş ve bağımsızlığının korunması mücadelesinde Polis ve Jandarmanın yanısıra ordunun da varlığının önemi hatırlanmış ve onun da dahil edilmesi istenmişti. Hanak bu durumda belirlenmiş iki figürün yanına bir üçüncü figür daha eklemek yerine, iki figürde israrcı davranıp onları soyutlaştırarak, üniforma ve teçhizattan arındırarak genel olarak silahlı güçleri temsil edecek şekilde sadece ellerinde silahlarıyla tasvir etmeyi, “eski ve yeni Türkiye”yi, kendi anlayışına göre “yaşlı ve genç Türk insanını” temsil edecek şekilde, yaşlı Türk’ü sakallı, bereli ve şalvarlı, genç Türk’ü de bıyıklı ve yarı çıplak olarak tasvir etmeyi önermiş ve önerisi Ankara tarafından olumlu karşılanmıştı.
Ancak Ankara Hanak’ın genellikle insan heykellerinde onları tüm doğallıkları içerisinde, “modern dünyanın sahteliklerinden sıyrılmış” yani çıplak olarak yapmayı tercih edeceğini bildiğinden, onu Holzmeister aracılığıyla “Giysinin ortadan kaldırılması dahice, ancak halk da dikkate alınmalı. Giysi kıvrımları, adelelerin görüntüleriyle karışmamalı, gencin erkeklik organı da örtülmeli” şeklinde uyarmayı uygun görmüştü.
Arkasından diğer talepler gelmiş, yaşlı adamın başlığı çıkartılmalı, “Türk tipi” üzerinde yeniden çalışılmalı ve genç erkeğin elindeki silahı tutuş şekli değiştirilmeli denmişti.
“Yaşlı Türk”ün modeli ve Anton Hanak
Hanak, tüm yeni düzeltme isteklerine ve değişiklik taleplerine rağmen “bu en büyük eseri” için büyük bir sabır göstermekte ve azimle çalışmaktaydı. Ancak 1933 yılına gelinmiş olmasına rağmen gerekli ödemeler bir türlü heykeltraşın eline geçmiyor, borçları her geçen gün artıyordu. 11 Haziran 1933’te içinde bulunduğu ekonomik sıkıntıları ve ağır borç yükünü bildiren bir not yazmış ve ödemelerini almayı umut ettiğini belirtmişti.
“...Bu günden, 1 Mayıs 1933’ten itibaren atölyem daıtılmalı. - Artık işletme sermayem yok. İki aydır ödemelerin iki, üç güne kadar yapılacağı bana garanti ediliyor ve bu sözler üstüne bekliyoruz - yani yardımcılarım ve ben, dört aydır...
Böyle bir sermayesizlik durumunda daha önce hiç kalmamıştım ve önümüzdeki günlerde, eğer sözlerini yerine getirmezlerse çok daha kötü durumda kalacağım. Projelerim de asla gerçekleşmeyecek.
Ama bu anıt işini yapmalıydım - görünmez bir güç beni buna itti. İki yıldır bu anıtın farklı taslak ve eskizleri üzerinde çalışıyorum. Ve daha bugün, 17.000 Schilling borç kaydettim. Acaba hiç bu kadar elime geçecek mi???”

Ancak ne yazık ki bu notu yazdıktan yaklaşık altı ay kadar sonra, 7 Ocak 1934, Pazar günü Viyana’nın güney eteklerinde ailesi ile birlikte yaşadığı Hetzendorf’ta (Meidling) geçirdiği bir kalp krizi sonucu hayatını kaybetmişti.
Anıtın yapımı için çeşitli vilayetlerden 214.576 lira yardım salanmış olmasına rağmen Anton Hanak’a sözleşmede belirtilen para bir türlü eline geçmemişti. Heykeltraşın ailesi vefatı sonrası Atatürk’e bir mektup yazmış ve durumdan şikayet edilerek, yapılan ve yapılmayan ödemelerin bir listesi ile birlikte, aracı konumda olan Holzmeister’in gerekli ödemelerin sadece bir kısmını ilettiği belirtilmişti. 
Anton Hanak, Langenzersdorf’lu eşi nedeniyle 1901’den 1923’e kadar yaşadığı Langenzersdorf’da, I. Dünya Savaşı sırasında şehit düşmüş askerlerin hatırasına 1922 yılında St. Catherine Katolik Kilisesi’nin eski kilise mezarlığında, kent halkının Bisamberg ormanının yamaçlarından toplayarak getirdiği kumtaşı bloklarından yığma moloz bir piramit yapmıştı. Piramitin yüzeylerinden birinin üzerindeki plakada savaşta şehit düşmüş askerlerin adı yazıyordu. Daha sonra 1958’de piramidin diğer arka yüzüne de bir plaka daha yerleştirilmiş ve onun üzerine de II. Dünya Savaşı sırasında şehit düşen askerlerin adları yazılmıştı.

Uzun yıllar yaşadığı Langenzersdorf kentinde, Aşağı Avusturya Bölge Müzesi, onun adına 1970 yılında eski şampanya mahzeni ve şişeleme tesisini bir Hanak Müzesi’ne dönüştürmüştü. Müzede, heykeltraşın bazı çalışmalarının yanısıra özellikle son yıllarında üzerinde çalışmış olduğu Ankara “Emniyet Anıtı” ile ilgili original belgeler, fotoğraflar ve çalışmaları yer almaktadır.
Anton Hanak’ın “Yaşlı Türk” çalışmasının büst modellemesi,
Langenzersdorf Hanak Müzesi’nde


Ankara Emniyet Anıtı, adeta Anton Alois Hanak’ın sonsuzluğa bırakacağı kendi anıtıydı, ekonomik sıkıntılara ve sağlık sorunlarına rağmen tüm enerjisini bu projeye vermiş, hatta öldükten sonra başyapıtı olarak düşlediği bu eserin içerisine gömülmeyi arzu etmişti.
Anton Hanak’ın Viyana Hietzig Mezarlığındaki kabri
Anton Alois Hanak’ın cenazesi, Viyana’nın merkez ilçelerinden Hietzing Mezarlığına defnedilmişti.
Hietzing mezarlığının yeri, eskilerde mera, ekin tarlaları ve üzüm bağlarından oluşurken sonraları yapılar için taş, çakıl ve kum çıkartılan ocakların olduğu bir yere dönüşmüş, hatta Viyana’nın en görkemli yapılarından olan Schönbrunn Sarayı’nın taşları ve inşaat malzemeleri bu ocaktan karşılanmıştı.
Hanak’ın bu beklenmedik ölümü sonrasında, o güne kadar tamamlanabilmiş olan rölyeflerden biri ve “Yaşlı Türk”ün bronz dökümü dışında diğer rölyeflerin ve “Genç Türk”ün alçı modelleri kalmıştı. Clemens Holzmeister Hanak’ın öğrencilerinden Franz Xavier Wirth, Adolf Treberer, Max Reider, Hermann Treberer ve Roland Bohr ile irtibata geçmiş anıtın tamamlanabilmesi için onları görevlendirmişti.
1930’larda Viyana’da bir dökümhanenin işçileri.

Öncelikle yaşlı ve genç Türk figürlerinin 6 metre boyutlarındaki bronz dökümleri tamamlanmış, Viyana, “Vereinigte Metallwerke” dökümhanesinde 27 Haziran 1934 günü düzenlenen ve Avusturya Şansölyesi Engelbert Dollfuss, Mimar Clemens Holzmeister, Dahiliye Vekili Şükrü Kaya ve Viyana Büyükelçisi Hamdi Arpağ Bey’in katıldığı bir törenle Türk yetkililere teslim edilmişti.



Ankara’ya gelen Hanak’ın öğrencileri de Türk taş ustaları ile beraber anıtın arka yüzündeki ana tema hariç, ön ve arka yüzdeki rölyefleri tamamlamışlardı.
Anıtın inşaatı sürerken Yenişehirin ve Kızılay parkının görünüşü

Anıt, sadece ön yüzü tamamlanarak, Hanak’ın vefatından 294 gün sonra, Cumhuriyet’in dokuzuncu kuruluş yıldönümü kutlamalarından bir önceki akşam,
28 Ekim 1934 Pazar günü,  Başbakan İsmet İnönü’nün katıldığı bir törende, Büyük Millet Meclisi Başkanı Kazım Özalp’in kurdelayı kesmesiyle açılmıştı.

Kocatepe’den Devlet Mahallesi’ne ve Bakanlık binalarına bakış


Aynı gün, Clemens Holzmeister’in tasarladığı, Vilayetler Evi’nin de açılışı yapılmıştı.

“Vilayetler Evi” aslında Dahiliye Vekaleti yanısıra Jandarma Genel Komutanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü’nün de bünyesinde yer aldığı büyük bir kompleksti. Üçer adet yatay ve dikey blok etrafı revaklarla çevrili ve önleri açık iki avluyla birleştirilmişti. Bina Dâhiliye Vekili Şükrü Kaya’nın özel gayretleri ile ortaya çıkmıştı.
Hatta binanın yapılması için 20 Aralık 1931
tarihinde Dâhiliye Vekili tarafından gönderilen bir tamim ile yapılması planlanan Dâhiliye Vekâleti binası için umumi bütçeden tahsisat yüzünden her vilayetten “umumi varidatı yekûnunun
%5”i oranında ödenek ayrılması ve Ankara vilayeti emrine gönderilmesi istenmişti.

Bu komplekse neden “Vilayetler Evi” dendiğinin açıklamasını, 20 Mayıs 1943 - 7 Ağustos 1946 tarihleri arasında Dahiliye Vekilliği yapmış olan Mustafa Hilmi Uran şöyle yapmaktaydı:
“Diğer vekâlet binaları için Maliye’den lüzumlu
tahsisat ayrıldığı ve o binalar, ayrılan bu tahsisatlarla inşa edildiği halde Dâhiliye Vekâleti binası (galiba inşada serbest kalınmış olmak için) her vilayet hususi idaresi bütçesinden vekâletçe ayırtılan tahsisatlarla yaptırılmıştı.
Vilayetlerin kanun dışında sağladıkları bu gelirlere karşılık da binanın adına ‘Vilayetler Evi’ denilmiş ve binanın iç avlusuna böyle bir de abide dikilmişti”

Binanın iç avlusuna bakan mermer
levhalardaki yazılara göre, müteahhitliğini
A. Nuri Demirağ’ın üstlendiği anlaşılmaktadır.
Mustafa Kemal Atatürk, anıtın açılışından iki gün sonra 1 Kasım 1934 Perşembe günü, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde 4. Yasama Yılının Açış Söylevini yaptıktan sonra, pelerinli, fraklı ve silindir şapkalı bir şekilde, Dahiliye Vekili Şükrü Kaya ile birlikte gelerek ziyaret etmişti.

Anıtın toplum uzunluğu 37 metreydi. Orta blok 8 metre yüksekliğinde, polis ve jandarmanın halkın güvenliği yolundaki çabalarının betimlendiği rölyeflerin yer aldığı yan kanatlar ise 2 metre yüksekliğindeydi. İki cepheli anıtın Yenişehir meydanına bakan cephesindeki kanatların sağ ve solunda yer alan 3’er basamak ve 3 sahanlıktan oluşarak yarım ay çizen toplam 12 basamaklı merdivenlerle “Genç ve Yaşlı Türk”ün yer aldığı platforma çıkılabiliyordu.
Fotoğraf: SALT Arşiv

Fotoğraf: SALT Arşiv

Fotoğraf: SALT Arşiv

Fotoğraf: SALT Arşiv

Fotoğraf: SALT Arşiv






İsviçre’de doğan ancak Lozan’da resim öğretmenliği yaparken 1909 yılında izin alarak geldiği İstanbul’dan bir daha ayrılamayan bilim adamı ve araştırmacı Ernest Mamboury
(1878-1953), Ankara’nın tarihi yapıları ile ilgili Dahiliye Vekaleti tarafından 1933’de ilk, 1934’de ikinci kez basılan “Guide Touristique Ankara” Ankara’nın ilk gezi rehberi sayılan Turistik Ankara Rehberi’nde, Emniyet Anıtı’nın uzak mesafelerden dahi görülebilecek bir büyüklükte olduğunu vurgulamıştı.
Anıtın ön yüzündeki genç figür, bir basamak önde durmakta, elindeki tüfeği neredeyse düşürmek üzere olan yaşlı figürün aksine, tüfeği kendinden emin ve güvenli bir şekilde tutmakta, adeta yeni Türkiye Cumhuriyeti’ni temsil eden  genç, yaşlı olanı arkada bırakıp, eskinin yerini alarak topluma, Cumhuriyet rejimi ile birlikte artık kendini daha güvende hissetmesi gerektiği vurgusunu yapmaktaydı.
Yaşlı figür, elinde tuttuğu silahı yere yaslamış durumda ancak tamamen elden bırakmamıştı, yorgundu, bir eliyle duvardan destek almaktaydı ama yine de gerektiğinde göreve hazır dimdik ve uyanık ayaktaydı. Genç figür ise, elindeki silahıyla ve tüm enerjisiyle ileri atılmış bir şekilde duvardan kopmuş gelmekteydi.
Fotoğraf: SALT Arşiv









Hanak, genç ve yaşlı erkek figürlerin ellerinde tuttuğu silahlarda bir soyutlamaya gitmiş, onları çok da silaha benzetmek istememişti. Hatta uzun yıllar Avrupa’lı müzisyenlerin heykellerini yapma arzusu duymuş, ancak bunu gerçekleştirme fırsatı bulamamış olan heykeltraşın, bu figürleri birer müzisyen, silahları da müzik aleti gibi tasarladığı bilgisi bazı kaynaklarda yer alır.
Genç figürün silahı göğüs, omuz hizasında tutuyor olması, sol el parmaklarının akor basar gibi aleti kavraması ve sağ el parmaklarının da henüz tellere dokunuyor gibi olması bu düşünceleri doğrular gibidir.


TÜRK ÖĞÜN*. ÇALIŞ. GÜVEN
K. ATATÜRK

*Kişisel düşüncem, buradaki Öğün kelimesinin yanlış yazıldığı doğrultusundadır.
Zira Öğün; TDK'ya göre (isim) “Kez, defa anlamına ve yemek vakti,
bir vakitte yenen yemek” anlamına gelir.
Oysa kastedilen bu değildir elbet, olması gereken Övün'dür ve yine TDK’ya göre;
“bir niteliği sebebiyle kendini yücelmiş saymak, bundan abartılı bir biçimde söz etmek, iftihar etmek” anlamına gelir ki, burada kastedilen ve söylenmek istenilen:
Türk iftihar et, çalış ve güven’dir...
Muhakkak ki Türk Dili üzerine yoğun çalışmaları olan Mustafa Kemal Atatürk de bunu böyle söylemiş olmalıdır.
Kaidenin ön yüzünde platformun alt bölümünde Büyük ve bronz harflerle
“TÜRK, ÖĞÜN, ÇALIŞ GÜVEN”
K. ATATÜRK
yazısı yer almaktaydı.



Sağ taraftan platforma çıkan merdivenlerin içe bakan yüzünde ise yine bronz bir plaka mevcuttur ve üzerinde;
GÜVENLİK ANIDI
KEMAL ATATÜRK
T.CUMHURREİSİ
İSMET İNÖNÜ
BAŞBAKAN
ŞÜKRÜ KAYA
İÇİŞLERİ BAKANI
NEVZAT TANDOGAN
ANKARA İLBAYI VE URAYBAŞKANI
İKEN
TÜRK MİLLETİNİN JANDARMA VE
POLİSİNE SEVGİSİ VE HOŞNUTLUĞUNU
GÖSTERMEK İÇİN VİLAYETLERİN
YARDIMIYLA YAPILMIŞTIR
MCMXXXV
MİMAR
PROF. CL.HOLZMEISTER
HEYKELTRAŞ
PROF. ANTON HANAK
PROF. JOSEF THORAK
yazar.


Kızılay Parkı ve Güven Anıtı, 1937




Anıtın açılışından sonraki yıllarda Ankara Yenişehir
Kızılay Parkından Bakanlıklara doğru bakış.

Güven Parkı, Güven Anıtı, arkada yeni inşaa edilmiş olan bakanlık binaları, solda meydanın köşesinde, I. ve VII dönemler arasında Tekirdağ milletvekilliği, 1925-27 yılları arası da Dahiliye vekilliği yapan Mehmet Cemil Uybadın’ın (1880-1957) kuleli evi, ortadan geçen iki tarafı ve ortası ağaçlandırılmış Atatürk Bulvarı ve solunda kalan Devlet Mahallesi.












Zafer Meydanından Kızılay Meydanına yaklaşım
Kızılay Meydanından Bakanlıklara bakış, sağda Güven Park, 1940’lar

Kızılay Merkez Binasından, Kızılay Parkı ve Güven Parkın görünüşü.






Atatürk Bulvarına Yüksel Caddesi’nin bağlandığı köşeden  Güven Parkın görünüşü.

Clemens Holzmeister, anıtın orta bloğunun iz
düşümünde, her iki yönde de birer büyük mermer havuz tasarlamıştı.
Çoluk çocuk Ankaralılar, çarşı izninde askerler, Güvenpark’ta havuzbaşında.
Arkada 1929 yılında Avusturyalı mimar Rober Öerley tarafından tasarlanmış ve müteahhit Nafiz Kotan tarafından inşaa edilmiş olan Kızılay Genel Merkezi binası, henüz Çatısında değişiklik yapılmamış Bulvara bakan cephesindeki basamaklı üçgen çatı alınlığı halen mevcut.










Başlangıçta anıtın her iki yönünde de havuz yapılmışken,
daha sonraki bir tarihte arka yüzdeki havuz kaldırılmıştı.

Amacı, anıtla izleyici arasında bir mesafe oluşturmak ve anıtın uzaktan algılanmasını sağlamak ve etkisini güçlendirmekti.


Holzmeister’in çevre düzenlemesinde, öndeki havuzun iki yanında 3’er adet solda, 3’er adet sağda olmak üzere, yarım ay biçiminde mermer platformlar üzerine yerleştirilmiş birer kişilik 12 beyaz mermer koltuktan oluşan oturma grupları ve üzerlerinde yine ay biçiminde düzenlenmiş ahşap pergoleler yer alıyordu.

Samsun 19 Mayıs Lisesi İzcileri
Güven Anıtı önünde Hatıra Fotoğrafı çektiriyor.
29 Ekim 1938

Samsun 19 Mayıs Lisesi İzcileri
Güven Anıtı önünde Hatıra Fotoğrafı çektiriyor.
29 Ekim 1938
Samsun 19 Mayıs Lisesi İzcileri
Güven Park’ta Mermer koltuklarda, Arka planda Kızılay Genel Merkezi.
29 Ekim 1938





Mermer koltuklar önünde bir hatıra fotoğrafı
Arka planda sağda Gökdelen inşaatının sürdüğü görülebilmekte.






Kızılay Merkez Binası ve Meydanın yıllar içerisindeki değişimi
(fotoğraf, 
Mehmet Cemil Uybadın’ın kuleli evinin kulesinden çekilmiş) 

Kızılay Merkez Binası ve Yenişehir 1971-72 olabilir, sağda görünen vinç Soysal İşhanı inşaatının ise o inşaat 1972’de tamamlanmıştı.



Kızılay Merkez Binası ve Meydan
Eski Vali Konağı yıkılmış ve yerine yapılan Projesini İlhami Ural’ın yaptığı
Milli Piyango Binası inşaat halinde, 1975 sonrası




Kızılay Emek İşhanı (Gökdelen) henüz tamamlanmamış, vinç çalışıyor, 1964 öncesi.

Kızılay Emek İşhanı ve Yenişehir’den Çankaya’ya bakış ve Güven Anıtı,
Kızılay Genel merkezi yıkılmış, 1979 sonrası
Kızılay Meydanı ve Güven Parkı, 90’lar.




Kızılay Emek İşhanı ve Yenişehir’den Çankaya’ya bakış ve Güven Anıtı, günümüz

Josef Thorak,
Atatürk ve Türkiye;

Avusturyalı heykeltraş Anton Alois Hanak’ın
7 Ocak 1934’de kalp krizi yüzünden vefatı ve anıtın yarım kalması üzerine, Güven Anıtı’nın tamamlanması işini 1934 yılında Josep Thorak, üstlenmişti.

Güven Anıtı çalışmaları sırasında, Thorak Mustafa Kemal Atatürk’le tanışma fırsatını da bulmuş ve onun kamuya ait pekçok yerde sergilenen ve yer alan portrelerini (büst) de yapmıştı. Bu büst çalışmalarında Thorak, mizacına uygun olarak Türk Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’ü dinamik, neredeyse kızgın denecek kadar sert yüz ifadeli, gür saçlı olarak tasvir etmişti. Bu çalışmalarından birisini 10 Şubat 1937 tarihinde Hitler’in stüdyosuna yaptığı ziyaret sırasında çekilen fotoğrafta da açık bir şekilde kenarda görebilmekteyiz.
Thorak’ın Atatürk Büstü,
Hanns Froembgen’in 1935 tarihli
“KAMAL ATATÜRK SOLDAT UND FÜHRER”
kitabının kapağında kullanılmıştı.
Atatürk’ün bu ilk portre büstü, bizzat Thorak’ın kendisi tarafından çeşitli zamanlarda ve çeşitli nedenlerle çok sayıda çoğaltılan, kopyalanan Atatürk büstlerinin orijinaliydi.
10 Şubat 1937, Hitler ve Propoganda Bakanı Joseph Goebbels, Josef Thorak’ın atölyesini ziyaretlerinde. Arkada görülen iki büyük boyutlu heykel Thorak’ın 1937 Paris Expo Fuarındaki Almanya Pavyonu için çalıştığı “Aile” adlı çalışmasıdır. Fotoğrafın sağında Thorak'ın yapmış olduğu Atatürk büstü görülmektedir. Atatürk’e duyduğu hayranlığı Hitler'in yakın dostu ve fotoğrafçısı Heinrich Hoffmann hatıralarında şu şekilde aktarır:
“Çok sevmesine rağmen Balkanlı eşkiyaya benzediği şortlu fotoğrafını görünce bütün saygısını kaybettiği Mussolini’ye rağmen, Atatürk'e hayrandı ve Thorak'ın yaptığı Atatürk büstü, bağrına bastığı birkaç özel eşyasından birisiydi.”
Burdan da anlaşıldığı üzere, Hitler Thorak’ın atölyesine yaptığı bu ziyaret sonrasında bu veya bunun bir kopyası olan Atatürk büstünü sahiplenmişti. 
Thorak’ın Atatürk Büstü,
1933-1949 yılları arasında Türkiye Cumhuryeti Matbuat Umum Müdürlüğü tarafından
49 sayı çıkartılan propoganda dergisi, La Turquie Kemaliste’nin kapağında.
Yine Thorak tarafından granitten yontularak yapılan bir diğer Atatürk büstü, Münih Sanat Müzesi’nde sergilenmekteydi.

Bu büstte Thorak, büstün ağırlık noktasını enerjik ağız bölümü ile bağdaşan, Atatürk’ün sert ve çatılmış kaşları üzerinde yoğunlaştırmıştı. Baş kısmını sıkı bir şekilde çevreleyen kabartma blok, baskınlığı, azmi, irade gücünü birleştirmekte ve Cumhurbaşkanını enerjik bir şahsiyet olarak ortaya çıkarmaktaydı. Bazı kaynaklar o dönemde Thorak’ın Atatürk’ün yanı sıra, Başbakan İsmet İnönü, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya ve Maliye Bakanı Celal Bayar’ın da büstlerini yaptığını kaydeder.

1931 yılında Türk Tarih Kurumu Sekreterliğine ve Genel Müdürlüğü’ne atanan ve kurumda Genel Sekreter ve Genel Müdür olarak emekli olduğu 1982 yılına kadar 51 yıl görev yapan, Cumhuriyet tarihinin en uzun süre aynı görevde çalışan bürokratı ünvanına da sahip tarihçi ve yazar Uluğ İğdemir, 1976 yılında yayınlanan “Yılların İçinden” adlı hatıratında, Thorak’ın Atatürk büstü ile ilgili olarak şunları aktarmıştı:
İkinci Tarih Kurultayı Hatırası olarak 1937 yılında bastırılan
6 kuruşluk PTT pulu üzerinde Thorak’ın Atatürk büstü grafiği kullanılmış.
20-25 Eylül 1937’de, Dolmabahçe Sarayı’nda II. Türk Tarih Kongresi toplanacaktı. Çok sayıda yabancı bilginin de davet edildiği kongre münasebetiyle, sarayın Muayede Salonu’nda, tarih öncesinden Cumhuriyet dönemine dek yurdumuzda ve Ortadoğu’da gelişen büyük uygarlıkları, maketler, mülajlar, resimler ve grafiklerle canlandıran bir sergi düzenlenmiş ve bu sergi Atamızın ölümüne dek Dolmabahçe’de kalmıştı. Çeşitli ülkeler, sergiye değişik eserler gönderimiş, Fransa’dan Kanuni Sultan Süleyman’ın Sadrazamı İbrahim Paşa’nın Kral Birinci François’e yazdığı mektupların orjinalleri gelmiş, Irak da bazı arkeolojik eserler yollamıştı. 
Serginin hazırlıklarını, o sıralar İstanbul Belediyesi’nde çalışan Alman kent bilimci Prof. Martin Wagner yapmıştı. Wagner, dünya medeniyetinin tarih öncesinden cumhuriyet dönemine kadar geçirdiği safhaları gösteren bir sergi planlamış, serginin girişinde büyük bir dünya haritası, haritanın önünde de Atatürk büstü yeralmasını düşünmüştü. Büst için, Almanya’nın başında bulunan Nazi lider Adolf Hitler’in çok önem verdiği ve o sırada “Emniyet Anıtı” projesi için Türkiye’ye gelmiş, Sivas’ta incelemeler yapmakta olan Josef Thorak ile temasa geçilmişti. Sivas’a gönderilen bir telgrafla İstanbul’a davet edilen Thorak, sergi mekânı için en uygun Atatürk büstünün kendisi tarafından yapılan ve o sırada Münih Sanat Müzesi’nde bulunan eser olduğunu, ancak o büstün Türkiye’ye getirtilmesi için Alman Hükümeti’nden izin alınması gerektiğini söylemişti.
Büstün bir kopyası da günümüzde 
Türk Dil Kurumu’nun Genel Merkezi giriş holünde yer almaktadır. 
Sergi yetkilileri Berlin’e, Alman İçişleri Bakanlığı’na telefon etmiş ve Münih’te Sanat Müzesi’ndeki Atatürk büstünün sergi için İstanbul’a gönderilmesi talebinde bulunmuştu. Alman İçişleri Bakanı, eserin Hitler’in izni olmadan Almanya’dan çıkartılamayacağını ama izin vermesi halinde büstün İstanbul’a gönderilebileceğini aktarmış, bir saat kadar sonra da cevap vermişti. Dolmabahçe Sarayı’nı arayan Bakan, Hitler ile temas ettiğini ve Atatürk’ün ismini duyan liderin, büstün derhal gönderilmesini emrettiğini belirtmişti. Büst, Bremen üzerinden vapurla İstanbul’a gönderilmiş ve sergiye yetiştirilmişti.
Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü,
II. Türk Tarih Kongresi’nin açılışında Dolmabahçe Sarayı önünde.
Serginin açılışında büstü gören Mustafa Kemal Atatürk çok beğenmiş ve
“Bu artık memleket dışına çıkamaz”
diyerek Türk Tarih Kurumu’na, sergideki büstün
5 bin liraya satın alınmasını emretmişti.
II. TürkTarih Kongresi’nin 2. gününde, 21 Eylül 1937’de,
Mustafa Kemal Atatürk, İsmet İnönü ve

Başbakanlığa vekalet eden İktisat Bakanı (1932-1937) Mahmut Celal Bayar bir arada.
La Turquie Kemaliste, Aralık 1937, Sayı 21-22

İsmet İnönü, 18 Eylül 1937’de I. Dersim Harekatı sonrasında yaptığı bir konuşmadan sonra, Reisicumhur Mustafa Kemal Atatürk’ten Başbakanlıktan azlini rica etmiş, bunu onaylayan Reisicumhur tarafından birbuçuk ay mezuniyet verilmiş ve Başbakanlığa vekaleten İktisat Vekili Mahmut Celal Bayar atanmıştı. Kongrenin bitiminden bir ay kadar sonra, 25 Ekim’de Mahmut Celal Bayar asaleten Başbakanlığa atanmıştı. 
Serginin bitiminden sonra Ankara’ya götürülen büst, Türk Tarih Kurumu’nun binasının inşaatı bitene kadar Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nin holüne yerleştirilmiş, kurum binasının inşaatı bitince de, aslı giriş holüne taşınmış ve yaptırılan bir kopyası da Dil Tarih Coğrafya Fakültesine gönderilmişti.
Thorak’ın 1937 Paris Expo Fuarındaki Almanya Pavyonu için çalıştığı,
”Aile” adlı çalışmasından, sağ alt köşede de yine Atatürk büstü’nün kulağı gözükmekte. 

Baldham’daki özel Atölyesinde çalışan Josep Thorak.
Bu resim sanatçının yapmış olduğu heykellerin boyutu konusunda
oldukça güzel bir örnek teşkil ediyor. 

İkinci emisyon (E2 serisi, I. Tertib) (15 Ekim 1937)
5 Türk Lirası’nın arka yüzünde Emniyet Anıtı

İngiltere’de Thomas de la Reu’da basılan banknotun boyutları: 70 x 155 mm.
Ön yüz, Atatürk Portresi, Mavi, Arka yüz, Güvenlik Anıtı, Yeşil
15 Ekim 1937’de tedavüle çıkmış, 10 Kasım 1952’de tedavülden kalkmış, 11 Kasım 1962’de de kıymetini tamamen kaybetmiştı. 
Ön yüzünde, Umum Müdür Selahattin Çam ve Umum Müdür Muavini Said Erda’nın imzaları vardır. 

Mustafa Kemal’in Sofya’daki baloda giydiği ünlü yeniçeri kıyafetini, İstanbul Askeri Müzesi’nden izinle alarak Sofya’ya getiren, Bulgaristan Parlamentosundaki Türk Mebuslardan ve Mustafa Kemal’in yakın arkadaşı Gümülcine Mebusu İsmail Hakkı Kavalalı Bey’in torunu Sayın Mine Kavalalı’dan 4 Şubat 20121’de aktardığı bir nota göre; İkinci Emisyon, E2 Serisi, I. Tertib 5 TL’nin basıldığı akşam,  Mustafa Kemal Atatürk kendisine sunulan ilk numunelerden 5 tanesini imzalayarak yakın arkadaşları, Salih Bozok, dönemin Dışişleri Bakanı Rüştü Saracoğlu, Sabiha Gökçen, Kılıç Ali ve İsmail Hakkı Kavalalı Bey’e hediye etmiş...



Ankara Emniyet Anıtı,
Anton Hanak ve
Josef Thorak

Anton Alois Hanak’ın rahatsızlığı, ardından da vefatı üzerine Ankara Güven Anıtı tamamlama görevi Josef Thorak’a verilmişti. Anıtta iki bronz figürlü olan ön cephesi, 1 Kasım 1934 tarihinde bitirilirken, Josef Thorak’ın yardımı ile bitirilen arka cephenin yapım tarihi olan 1935, Romen rakamları ile “MCMXXXV” vurgulanarak, kabartma olarak anıtın kaidesine yazılmıştı.

Anton Alois Hanak tarafından anıtın tümünün tasarımı yapılmışsa da, Hanak’ın rahatsızlanması ve vefatı nedeniyle ön yüzü Hanak’ın öğrencileri ile tamamlanan anıtın arka yüzünün orta bloğunu çalışması ve tamamlanması için, Clemens Holzmeister Josef Thorak’ı davet etmişti. Thorak, Hanak’ın tasarımı üzerinde bazı değişiklikler yaparak anıtın arka yüzünün orta bloğundaki kabartmaları gerçekleştirmişti. Bu çalışmaları sırasında Thorak’a Ankara Hükümeti’nin daveti ile Ankara’ya gelen Alman ressam ve grafik sanatçısı Wilhelm Kohlhof da (1893-1971) 1 yıl Ankara’da kalarak iştirak etmişti.

Güvenpark’ta gezinti, 1938.
Arka planda Soysal Apartmanı.
Ayşe Kulin Küçüklüğünde anne ve babası ile birlikte.
“Adı Aylin” adlı kitabında Soysal Apartmanı’nı ve içerisinde yaşayanları anlatan yazar Ayşe Kulin,
1959 yılında anne ve babası ile birlikte Soysal Apartmanı’ndaki dairelerinde.
Ayşe Kulin’in babası, Avusturya-Macaristan kargaşası sırasında İstanbul’a göç etmiş
Bosna’lı Kulinoviç Ailesinin Almanya’da İnşaat Mühendisliği tahsili yapmış,
DSİ’nin kurucusu ve ilk Genel Müdürü Muhittin Kulin, annesi ise Çerkes asıllı,
Arnavutköy Amerikan Koleji mezunu Hatice Sitare hanımdır.

31 Ağustos 1997’de Milliyet Gazetesindeki köşesinde Güneri Civaoğlu “Adı” başlıklı yazısında;
“...ilk kez 1950'li yıllarda görmüştüm.  Ankara Kızılay Meydanı, o zamanlar çok farklıydı. 
Şimdi, gökdelenin bulunduğu yerde, yanlarında küçük cihannüma kuleleri olan iki katlı bir köşk vardı. Bahçe içindeydi.  Onun karşısında ise eski - Soysal Apartmanı... Bu apartmanın altında Ulus Sineması, bir büfe... Ve bir devrin gece kulübü Süreyya... Bir ilkbahar, sinemaya girmeden önce, büfeden sigara alıyordum.  Sakallarımızın yeni yeni terlemeye başladığı o ilk delikanlılık yaşlarının özentisiyle, cebimizde sigara taşıyorduk.  Büfeden sigara alırken, başıma bir şey düştü... zıpladı ve önümdeki tezgaha yuvarlandı. Bir erik... Başımı yukarı kaldırdım. Soysal Apartmanı'nın en üst katındaki balkonda, bir çift iri, çok güzel gri - yeşil gözle karşılaştım. Bu kazadan şaşkındı. Özür diler gibiydi.  Sonra...
Sarı denebilecek, çok açık kumral saçlarını ve güzel yüzünü farkettim. 
‘Dert değil’ gibilerden gülümsedim. O da gülümsedi.  Çocukluktan genç kızlığa henüz
geçiş yaşlarında olmalıydı. Sinemaya girdim, aklım, hep balkondaki güzel kızdaydı.
İçeride arkadaşlara sordum.  Devrin ünlü sopranosu Belkıs Aran’ın oğlu Pınar,
tanıyordu. Adı Ayşe Kulin’di. Arnavutköy Kız Koleji'nde okuyordu.”
diye anlatmıştı, hem Ayşe Kulin’i hem de o yılların Soysal Apartmanını ve Ulus Sinemasını.
Fotoğraf: Haldun Temel Ersan koleksiyonundan
Kütahya Mebusu Hocazade Ragıp (Soysal) Bey’e ait 4 ayrı apartmanın birleşimi şeklinde 1939 yılında inşa edilmiş olan “Soysal Apartmanı”nın üzerindeki terastan çekilmiş bir fotoğrafta,
arka planda Güven Anıtı görülmektedir.
Fotoğrafın ortasında babası Şerafettin Soysal’ın kucağında oturan çocuk,
dedesinin adı verilen Ragıp Soysaldır.

1881 yılında Uşak’ta doğan Hocazade Mehmet Ragıp (SOYSAL) Bey, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne, İstanbul Meclisi Mebusanı’ndan gelen mebuslar arasındadır. Osmanlı Mebusan Meclisi’nin son dönemi için 24 Aralık 1919 tarihinde yapılan seçimlerde Kütahya Milletvekili seçilmiş, 16 Mart 1920’de İstanbul’un işgali üzerine firar ederek Heyeti Temsiliye’nin çağrısı üzerine Ankara’ya gelmiş ve TBMM’ne katılmış, 23 Nisan 1920 günü TBMM’nin açılısında hazır bulunmuştu. II. ve III. dönemlerde de Kütahya’dan Milletvekili seçilerek yasama görevini 5 Mart 1931 tarihine kadar sürdüren Mehmet Ragıp Soysal Milletvekilliği sona erince Ankara’ya yerleşerek ticaret ile uğraşmış, eşi Safiye, oğulları Celal ve Şerafettin ve kızları Atıkeyide ve Makbule ile bu apartmanda yaşamışlar, 25 Kasım 1947 tarihinde de vefat etmişti. 
Yenişehir, 1958

Ayşe Kulin, “Adı Aylin” adlı romanında Soysal Apartmanı’nı şöyle anlatmıştı;
“... Devrimel’ler*, Aylin'in doğumundan birkaç ay önce, Cemal Bey’in taa nişanlılık
günlerinde söz verdiği modern bir apartman dairesine taşınmışlardı .
Soysal Apartmanı hiç kuşkusuz, yeni inşa edilmekte olan Ankara'nın en modern, en gözde apartmanıydı. Kentin mutena semti Kızılay'da, meydanın ortasındaki ayaklı saate bakan, dört ayrı giriş kapısı bulunan, kocaman bir bloku olduğu gibi kaplayan devasa ve modern bir bina idi. Meşhur Süreyya Pavyonu, Ulus Sineması ve 1940'lı yılların Ankaralı küçük kızlarına bale ve ritmik dans öğreten Madam Marga Dans Okulu da bu binada bulunuyordu. Soysal Apartmanı, terasında içinde kırmızı balıkların yüzdüğü havuzlu bahçesi, çamaşır kurutma alanı, o yıllarda Ankara'da ender bulunan kalorifer tesisatı, her gün verilen sıcak suyu ile gerçekten ayrıcalıklı bir apartmandı...”
* Devrimel’ler: Cemal ve Leyla Devrimel çifti, kızları Nilüfer (1933) ve Ayşe Kulin’in “Adı Aylin” kitabında bahsi geçen Aylin (1940). Nilüfer Devrimel, Atatürk’ün isteği üzerine siyasete giren ve 1940 yılında Bilecik Milletvekili olarak TBMM’e seçilerek iki dönem Bilecik Milletvekilliği yaptıktan sonra 1946 Genel Seçimlerinde bu kez Adana’dan Milletvekili seçilen 1950-1959 yılları arasında da kesintisiz olarak CHP Genel Sekreterliğini yürüten, Paris’te Siyasal Bilgiler eğitimi alıp, üzerine lisans üstü çalışmasını Columbia Üniversitesi’nde (ABD) başlayıp, Cambridge ve Berlin Üniversitelerinde tamamlayan, ardından Columbia Üniversitesi’nde doktora yapıp, üzerine de yine yurtdışında çeşitli Üniversitelerde çalışmalar yaparak hukuk eğitimini tamamlayan, 7 dil bilen ve Türk siyaset tarihinin en başarılı, en eğitimli politikacılarından biri olan Kasım Gülek (1905-1996) ile evlenmişti. 1964 yılında 58 yaşındayken kızları Tayyibe, ardından da oğulları Mustafa Rıfat dünyaya gelmişti.


Fotoğraf: Haldun Temel Ersan koleksiyonundan
Güven Parkındaki havuz kenarından Soysal Apartmanı ve üzerindeki ağaçlandırılmış teras, sağda Uybadın Kuleli Köşkü
Fotoğraf: Haldun Temel Ersan koleksiyonundan
Soysal Apartmanının terasında bir aile toplantısında çekilmiş hatıra fotoğrafı, arkada bugün yerinde Emek İşhanı (Gökdelen) yer aldığı Uybadın Kuleli Köşkü görülmektedir.
Fotoğraf: Haldun Temel Ersan koleksiyonundan
Soysal Apartmanı, Ulus Sineması ve arka planda Güven Parkı ve Anıtı

Soysal Apartmanı Ziya Gökalp Caddesi Cephesi ve Ulus Sineması.
Fotoğraf büyük bir ihtimalle Uybadın Köşkü’nden çekilmiştir.



Soysal Apartmanı yıkılmış yerine Yapı Kredi Bankası inşaa edilmekte, yanındaki Ulus Sineması da yıkılmış, Soysal İşhanı yapılmak üzere temel kazısı yapılmış durumda.






Anıtın arka cephesinde, yüksek kabartma tekniğiyle taştan yontulmuş, yan yana ve ayakta duran beş figür yer almaktaydı.



Kompozisyonun ortasındaki Atatürk figürü sağ ve solundaki diğer figürlere göre daha büyük betimlenmiş ve çıplak değildi. Atatürk’ün sağ ve solunda yer alan ve ön cephedeki bronz figürlere benzer biçimde abartılı bir anatomiye sahip olan bu dört figürden sol taraftaki ikili birbirlerinin elini tutmakta, diğer ikili den biri sıkılmış yumruğunu gösterirken diğeri de onun elindeki kılıca iki parmağı ile dokunmaktaydı.

Üzerindeki pelerinin önünü eliyle kapatarak, hükmeden ve meydan okuyan bir devlet adamı biçiminde imgeleştirilmiş olan Atatürk, yanındaki figürlere oranla daha büyük betimlenerek vurgulanmış ve ön plana çıkarılmıştı.














Anıtın arka yüzünün kaidesinde de öndeki röyleflere benzer şekilde sağ ve sol olmak üzere iki kompozisyon halinde yüksek kabartmalar yer almış, Polis ve Jandarmanın halkın güvenliğini sağlamasının işlendiği ön yüzdeki rölyeflerden farklı olarak bu yüzde, sanatçısı, zanaatçısı, işçisi ve köylüsüyle kaynaşmış bir toplum vurgulanmıştı.

Güven Anıtı'nın Kızılay Meydanına bakan kuzey cephesi daha önce tamamlanmış ve açılışı 29 Ekim 1934'te yapılmıştı. Anıtın güney cephesindeki çalışmalar ise ancak 1936 yılında tamamlanabilmiş ve açılışı 23 Nisan günü yapılmıştı.
25 Nisan 1936 tarihli Ulus Gazetesi'nde bu konu haberleştirilmiş ve anıtın bulunduğu bölgenin adlandırılmasındaki hata nedeniyle "Semt isimlerini yanlış kullanmayalım" uyarısında bulunulmuştu.
"Havuzbaşı" değil, "Güvenlik Anıtı", Ulus Gazetesi 25 Nisan 1936. Fotoğraf: Ahmet Soyak paylaşımıdır. 


Atatürk’le birlikte canlandırmış olduğu figürlerden soldaki birbiriyle elele tutuşan figürün bir benzerini, heykeltraş daha sonra 1937 yılında Paris’te açılan Dünya Fuarı, Alman Pavyonu’nun girişi için yaptığı iki heykel gurubundan birinde “Kameradschaft” Yoldaşlık adıyla tekrarlamıştı.

Diğer üçlü grup ise “Die Familie” Aile idi.
“Kameradschaft” Yoldaşlık





















“Kameradschaft” Yoldaşlık
“Kameradschaft” Yoldaşlık

“Kameradschaft” Yoldaşlık
 1937 Paris Dünya Fuarında, hemen Seine nehrinin kenarında, Pont d’léna Köprüsü’nün sağ ve solunda Almanya ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin pavyonları karşı karşıyaydı. Adeta birbiri ile yarışırcasına inşaa edilmiş olan Pavyonlar ilginç bir tablo oluşturmuşlardı. Bir yanda Alman Pavyonu’nda bir kulenin tepesinde devasa Alman kartalı ve girişte Thorak’ın yine büyük boyutlu iki heykel grubu yer alırken, tam karşısındaki SSCB Pavyonunda da yine yükselen bir kule ve tam üzerinde Rus kadın heykeltraş Vera Muhina’ya ait 24 metre yüksekliğinde, 75 ton ağırlığında ve ilk kez denenen nokta kaynak metoduyla yapılmış, ellerinde orak ve çekiç taşıyan çelik

“İşçi ve Çiftçi Kadın” heykeli yer almaktaydı.



Vera Muhina ile ilgili 5 Ekim 2013’te yazmış olduğum yazıyı
aşağıdaki linkten okuyabilirsiniz.
http://lcivelekoglu.blogspot.com/2013/10/tarihten-bugune-dusen-notlar-6-ekim-1953.html


“İşçi ve Çiftçi Kadın”


Alman Pavyonundan, SSCB Pavyonundaki Vera Muhina’nın
“İşçi ve Çiftçi Kadın” heykelinin görüntüsü.


Ankara Güven Anıtı’nın 1935’te tamamlanmasından sonra Almanya’ya dönen Josef Thorak, II. Dünya Savaşı’nın sona ermesinden sonra, Nazi geçmişine ve Nazi Rejiminin devlet sanatçılarından biri olmasına rağmen, Münih Hüküm Dairesi, Nazilerden arındırma davasında beraat etmiş, ancak çalışma ve satış yapmasına yasak konmuştu.
Pieta-Meryem
Bundan sonra Salzburg’da sade bir hayat sürdüren Thorak, 25 Şubat 1952’de Salzburg yakınlarında Hartmannsberg’de vefat etmiş,
cenazesi, Salzburg’daki Saint Peter’s kilisesinin mezarlığına defnedilmişti. Thorak bu mezar yerini daha 1943’te 
Gauleiter Gustav Adolf Scheel’in izni ile satın almış, hatta mezarına konması için Pieta heykelini bile kendisi hazırlamıştı.

14 Mart 1935’te Denizli Vilâyeti Daimi Encümeni, eski Hükümet Konağı’nın bulunduğu Cumhuriyet Meydanı’na bir Atatürk Heykeli yaptırmak istemiş, son teslim tarihi 30 Nisan 1935 Salı günü olmak üzere bir heykel yarışması açmış, bunu da Denizli Gazetesi’nde ilan etmişti.

Ancak, kısa bir süre sonra gazeteye verilen

bu ilanda, Atatürk Heykeli’nin nasıl olacağının açıklamasının unutulduğu farkedilmiş, 29 Nisan 1935 günü ek bir ilan verilerek hem yarışmaya teklif verme süresi 10 Mayıs 1935’e kadar uzatılmış, hem de heykel ile ilgili istekler belirtilmişti;
“... heykelin askeri kıyafette kaputlu ve son askeri kıyafet kararnamesine uygun olması şarttır. Eserin pozu heykeltraşın san’at kudretine bırakımıştır. İsteyenler bütün masrafı kendilerine ait olmak üzre başka maketler gönderebilirler. Fakat Vilâyetçe istenilen şartlarda bir maket gönderilmesi mecburidir.”
Ancak yapılan bu yarışmadan nedense olumlu bir sonuç alınmamış ve heykelin yapılmasından vazgeçilmişti. Denizli’ye 60’lı yıllarda tekrar bir Atatürk Anıtı yapılmasına kalkışılmış ancak uzun tartışmalar, gecikmeler sonucunda nihayet 1968 yılının 28 Ekim günü şiddetli bir yağmura rağmen heykel ve rölyefleri Hüseyin Anka ve İsmail Gökçe tarafından hazırlanan anıt açılabilmişti.

Josef Thorak, “Sturm Reiter” Fırtına Süvari, 1935

Bu arada 1935 yılında açılmış olan ilk Denizli Atatürk Anıtı yarışmasına, Josef Thorak da
“Sturm Reiter” Fırtına Süvari adı verdiği ve Atatürk’ü şahlanmış bir atın üzerinde betimlediği kompozisyonu ile katılmıştı.

Bu modeli görünce ister istemez gözümün önüne, açılan bir yarışma sonucunda,
28 yarışmacı arasından birinciliği kazanan
Prof. Dr. Hüseyin Gezer’in 1964 yılında açılışı yapılan 6 metre yüksekliğindeki ve 12 ton ağırlığındaki bronz Antalya Ulusal Yükseliş Anıtı geliyor.
Prof. Dr. Hüseyin Gezer, Antalya Ulusal Yükseliş Anıtı, 1964










...

1956’nın Mart’ında babam Konya’dan tayin olunca, ailem ile birlikte 3 yaşımı doldurmama bir ay kala geldiğim Ankara’da oturduğumuz ilk ev, Yenişehir’de Devlet Mahallesi denen bölgede Konur Sokakta 41 numaralı Türkiye Yapağı ve Tiftik Anonim Şirketi’nin Lojmanı olan apartmandaydı.
1956 yazı, Konur sokak 41 numara,
annem Bedriye, ablam Birand ve eniştem Mukadder’le.

3 yaşındayım henüz...
Bilenler bilir, Atatürk Bulvarına paralel birinci sokak Karanfil, ikincisi Konur sokaktır, o nedenle Atatürk Bulvarı’na ve dolayısıyla Güven Park’a çok yakındır. O yıllarda bizimle birlikte yaşayan babamın küçük kız kardeşi olan halam çok sıklıkla beni gündüzleri Güven Park’ın bitişiğindeki Çocuk Bahçesine götürürdü.
Çocuk Bahçesinde
Önce Karanfil sokağa iner sonra da Bulvara, Meşrutiyet Caddesine çıkmamak için, günümüzde Alman Kültür Merkezi’nin olduğu yerdeki apartmanın altındaki geçitten geçerek kestirmeden ulaşırdık. O apartmanı hiç unutmam, benim için çok enteresandı, altında tünel olan apartman diye kaydetmiştim hafızama. Haftanın bir iki günü gittiğim o parkı, parka her gidişimizde çok sevdiğim için simitçiden alınmadan geçilmeyen onu bir arada halkaları hiç unutmadım. O zamanlar anıta pek ilgi gösterdiğimi hatırlamıyorum, zaten ağaçlardan dolayı Çocuk Bahçesinden pek de görünmezdi anıt. Ancak daha sonraki yıllarda 1958’in bir yaz günü babam beni Anıta götürmüş, hatta platforma çıkartmış ve fotoğrafımı da çekmişti.
1958, Güven Park anıtının platformundayım,
üzerimdeki kısa pantolonu dahi hatırlıyorum yeşil renkliydi, üzerinde küçük bir kulübe aplike edilmiş ve ince bir zincirle kulübeye yavru bir köpek bağlanmıştı.

 1959’dan sonra Maltepe’ye taşındıktan sonra benim bu Çocuk Bahçesi keyfimin de sonu gelmişti. Ondan sonraki yıllarda park ve Anıtla ilgili olarak pek bir şey hatırlamıyorum, ancak yetişkinlik dönemimde özellikle o Parktan ve Anıt çevresinden uzak durduğumu bilirim. Çok fazla ayrıntıya girmeden, uygunsuz bazı işlerin döndüğüne ait dedikodular vardı ve ister istemez bizlerin de kulağına gelmişti, o yüzden pek yaklaşmaz hatta bahsini dahi pek etmezdik. O dönem hatırlarım, dolaşan bir başka rivayete göre de taş rölyeflerdeki çıplak bir küçük çocuğun cinsel organının, çok fazla ellenmekten parladığı anlatılırdı.

Üniversite yıllarında gündüz Bakanlıklarda çalıştığım iş yerinden çıkarak çoğunlukla İnşaat Mühendisliği’nde okuyan bir arkadaşımla birlikte yürüyerek Kızılay’dan Maltepe’ye gece okuduğum Ankara Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisi’ne gittiğimizi hatırlarım Güven Parkın önünden kıvrılıp geçerek. Bazı karlı günlerde de vasıta bulamadığım için ya da paramı denkleştremediğimden, okul dönüşü karlara bata çıka eve dönüş yolunda parkın o hiç ayak değmemiş karlarına dizime kadar batıp, geçtiğimi de.

Bir de, 1973 yılı Aralık ayının soğuk bir Ankara gününde, 28 Aralık 1973’te parkın Milli Müdafaa Caddesi tarafındaki alçak taş duvarları üzerinde 25 Aralık’ta vefat eden İsmet İnönü’nün cenaze kortejini izlediğim günü hatırlarım ve uzun süre beklediğim için ayaklarımın taşın üzerine basmaktan donduğunu da...

70’li yılların ortalarına doğru, Parkın önemli bir kısmı otobüs durakları ve daha sonra da eklenen dolmuş durakları ile bütünlüğü bozulmuş, Ankara’nın en önemli yeşil alanlarından birisi daha ne yazık ki parçalanmış ve asfalta yenik düşmüştü. 

O yıllarda, özellikle sabahın o meşhur Ankara ayazında parkın içerisinde yaktıkları küçük küçük ateşlerin etrafında toplaşmış, çoğunlukla rengarenk giysiler içerisindeki kadınlardan oluşan “ırgat pazarı” misali iş arayanları da hatırlarım, buruk bir şekilde...



Güven Park’da yaşanan bu sosyal dramı,
Hasan Hüseyin Korkmazgil bir şiirinde dillendirmiş, şiiri 1989’da Grup Yorum, çıkarttıkları “Cemo” Albümünde,
“İnsan Pazarı” adıyla seslendirmişti.

gondulardan gelmişik 
açlık nedir bilmişik 
aman ağbey yaman ağbey 
gör bizi 

sabahın seherinde sıcak yataktan 
kopmuşuk da gelmişik bu güvenpark’a 
gelmişik de birikmişik bu güvenpark’ta 
“angara angara güzel angara” 
aman ağbey yaman ağbey 
gör bizi 

çorum’lardan suvas’lardan oluruk 
çangırı’dan ezirgan’dan gelirik 
gırşeher’den yozgat’tanık vallaha 
anşe’lerik fatma’larık gülüzar’larık 
güllü’lerik hatçe’lerik ağbeyim 
açlık nedir bilirik 
hele sen bir al bizi 
hele sen bir olur de 
biz her işi görürük 

cam silerik parıl parıl 
halı kilim silkerik 
ağartırık gap-gacağı 
aş da yaparık 
çamaşır dikiş nakış 
yatak da gabartırık 
süpürürük tertemiz 
gül-gülüstan ederik 
bakma öyle kibir kibir ağbeyim 
bakma öyle horgörük 
hele sen bir olur de 
hele sen bir al bizi 
hele sen bir goku sür 
sultan olur sekerik 
açlığın dini olmaz ağbeyim 
yoksulluğun vatanı 
kör olasın gahpe devran 
biz açlığı bilirik 

güvenpark’ta bir anıt var 
gördün mü 
aha böyle yamrı yumru bir daşdan 
bildin mi 
yazıyo ki o anıtta ağbeyim 
“övün çalış güven türk” 
garga bokun yememiş 
it deşmemiş çöplüğü 
biz gelirik gondulardan ağbeyim 
aha orda bekleşirik 
beklerik ki gelsinler 
bizi ordan alsınlar 
yap desinler aha şunu 
yap desinler aha bunu 
üşenmezik erinmezik 
biz her işi görürük 
yeter ki gelsin epmek 
yeter ki bırakmasın bu can bu teni 

türkük diye övünüyok ağbeyim 
açlık türkü bilmiyo ki 
varak diyok iş üstüne 
çağır çağır gelmiyo ki 
çalışsak da güvensek da ağbeyim 
övünsek da olma mı 
anam sayrı üç yıldır 
babam işsiz ağbeyim 
gardaşlarım daha güççük 
daha suçsuz ağbeyim 
birileri gelse de alsa ya beni 
yuğsam da arıtsam ya kirlilerini 

dersim’lerden suvas’lardan oluruk 
gıtlıklardan gıyımlardan gelirik 
erinmezik üşenmezik ağbeyim 
biz açlığı bilirik 
güvenpark’ta o anıta 
selam saygı ederik 
... 

Aynı dramı, bu kez Can Arpaç dillendirmişti,
bir şiirinin mısralarında ve o şiiri Alpay
1975 yılında çıkarttığı 8 şarkılık bir albümde “Güven Parkı” adıyla seslendirmişti.
Alpay - Güven Parkı
https://www.youtube.com/watch?v=_6pzWIP1ueE
GÜVEN PARKI

bu kent’e konya asfaltından girer güney rüzgarı
inönü bulvarı’ndan geçip atatürk’e döner,
güven parkı’nda soluklanır...

bu kent’e konya asfaltından girer ilkbahar
çiftlikten başlayıp bahçeli’ye uğrar
güven parkı’nda tomurcuklanır...

bu kent’e konya asfaltından gelir işçi kızları
balgat’tan çıkıp dolmuşa biner
güven parkı’nda toplanır...
açıksa kısmetleri, kimi çamaşıra,
kimi temizlikçi diye bir büyük eve kapılanır
her biri, gündelikçi diye...

bu kent’e konya asfaltından geldi fatma kız,
kocası çocuğu, kabı, kacağı, yaygısı,
yorganı ve yer yatağı...

bir göz kondu yapıp girdiler içine
üçtü sayıları, üç yılda altıya yükseldiler...
büyük şehirdi burası, acımasız, kalleş, katı...
yitirdi sonunda kocası yük taşıyacak takatı
sürdü fatma kız’ı kent’e el kapısında hizmete
şimdi konya yolundan geçip
güven parkı’na gelir her sabah
kucağında yeni doğmuş bebesi...
ama çocuklu kadın istemez herkes,
bekle ki kısmet gelesi...
az sonra dokuzu vurur saatler
güven parkı’nın az ötesinde
bir çocuk bahçesi uyanır...
çocuklar güler, çocuklar kayar,
çocuklar salıncak sallanır.
onbir’e yaklaşır saatler,
bir bebesine bir çevresine bakar,
bir evdekileri, bir işsizliği düşünür fatma kız
göğüs kafesinde çırpınır bir kuş,
bir korku büyür...

konya yolunun az ötesinde bir kadın yürür,
sağ omzunda çocukları,
aş der ekmek der, ana der...

sol omzunda adamı,
aşk der, hizmet der, para der...

konya yolunun az ötesinde,
fatma kız sallanır, fatma kız kayar,


fatma kız düşer...
...

 Nazım Hikmet 1940’lı yıllarda sürgünde yazdığı “Memleketimden İnsan Manzaraları” adlı epik şiirinde, heykelleriyle birlikte modern şehrin, tren garından şehre götürülen bir grup mahkûm üzerinde yarattığı etkiyi etkileyici bir dille anlatmıştır;

Yığın yığın
kat kat
mermer
beton
ve asfalt

Ve heykel
ve heykel
ve heykel,

insan yok fakat...

Şiirde bu bölümün sonunda şehir ile şehrin etrafındaki uçsuz bucaksız bozkır arasındaki keskin tezada işaret eder ve,
“Şehir ile bozkırın kavgasına bak”
der...

40’lı yıllardaki Ankara için bunları yazan usta şair, bugün sağ olaydı, bugünün Ankara’sı için neler yazardı acaba, diye düşünmeden geçemiyorum.
Ancak iki heykeltraşla bitirilebilen iki yüzlü Ankara Emniyet Anıtı’nı bir bütün olarak ele aldığımda ilginç bir gerçekle karşı karşıya kalıyorum. Her iki heykeltraş da Avusturya’lı. Öncelikle görevlendirilen ancak vefatı nedeniyle anıtı tamamlayamayan Anton Alois Hanak,
I. Dünya Savaşı sonrasında Avusturya Sosyal Demokrat Partisi’nin desteklediği projelerde varlık göstermiş olsa da kendini bir Sosyal Demokrat olarak tanımlamıyordu. Ancak kendisini, alınteri ve el emeğiyle geçimini sağlayan yoksul bir işçi oğlu olarak her zaman işçilere yakın hissediyor, Avusturya Marksistlerinin “yeni insan” ideali onun heykellerinde ortaya koymak istedikleriyle örtüşüyordu. Hanak, içinde bulunduğu acılardan sıyrılıp ileri doğru atılan, uzanan insan figürleriyle heykellerinde işçilerin kendilerini bulmalarını, görmelerini istiyordu.
Bir makalesinde;

“Tüm bu figürler insanın varoluş savaşının yüzeye yansımasıdır...(...)Gerçek sanat, artık yaşamın bir resmidir. Bazen daha açık bazen daha kapalı, ama hep onda insan ruhunun özlemi vardır. Ve işte bu da biz işçilerde eksik olandır.”

“biz” diyerek kendini de bir anlamda işçi saymıştı. Kısacası, bir işçi çocuğuydu, kendini işçi sayıyordu, fikirleri ve eylemleri Sosyal Demokratlara uyuyordu, zaman zaman yolları kesişiyordu ama kendini Sosyal Demokrat olarak tanımlamıyordu.
Bu, Ankara Emniyet Anıtı’nın yüzü eski Ankara’ya dönük olan heykellerini, rölyeflerini yoğuran, biçimlendiren, yontan ellerin hamurunda var olan özdü belki de.

Dönüp, yüzü Yeni Ankara’ya dönük olan Ankara Emniyet Anıtı’nın diğer yüzüne baktığımızda ise, Hanak’ın vefatı sonrası projenin devamı için kollarını sıvamış, yine Avusturya’lı ancak Nazi Almanyası’nın Devlet sanatçısı olacak, Hitler’in ikinci heykeltraşı ünvanını taşıyacak kadar rejime yakın, onunla içiçe, ondan nemalanan, Nasyonel Sosyalizm’in resmi ideolojisini ve ari ırkın üstünlüğünü heykellerinde olabildiğince vurgulayan, ama her ne hikmetse bütün bunlara rağmen savaş sonrası kurulan Nazilerden arındırma davasından aklanarak çıkmış bir heykeltraşla karşılaşıyoruz.
Bir emekçinin oğlu, kendini işçi sayan, Sosyal Demokrat’lara yakın duran ama, Sosyalist, Maksist olmayan bir heykeltraşın eseri ile,
Yine bir emekçinin oğlu, kendini ari ırktan sayan,
Nasyonel Sosyalistlerle, Nazilerle birlikte yaşayan, çalışan, onlara hizmet eden ama Faşist sayılmayan heykeltraşın eseri,
sırt sırta bir bütün olarak,
Ankara’nın göbeğinde,
Ankara Emniyet Anıtı’nda...

...
“Güvenlik Anıtı, salt Cumhuriyet rejiminin kurucu kadrosunun sahip olduğu ideallerin fiziksel ifadesi ya da Avusturyalı heykeltıraş Hanak’ın en büyük eseri değil, aynı zamanda kentin yoktan var edilme serüveninin belgelerinden biri olarak da yeniden kazanılmak için uğruna mücadele edilmesi gereken simgelerinden biri Başkent’in”
Can Ertuna
“Kızılay’ın Modernleşme Sahnesinden Taşralaşmanın Sahnesine Dönüşüm Sürecinde
Güvenpark ve Güvenlik Anıtı” 

Can Ertuna, Selda Salman, Tolga Avcil’den
Güvenlik Anıtı’nın yapılış öyküsü,
2004 tarihli “Taştaki İz” filmi.

...
Sevgili dostum Ahmet Soyak’a benim için tekrar giderek yeniden çektiği fotoğraflarını ve 27 Aralık 2014’te çekmiş olduğu videolarını bu yazıda paylaşmama izin verdiği için özel olarak teşekkür etmek isterim.

Ahmet Soyak, Ankara Güvenlik Anıtı’nın içler acısı son durumunu ve acil olarak yardıma, bakıma ve onarıma ihtiyacı olduğunu anlatan iki bölümlük bir video hazırlamış.

Gerçekten izlerken insanın içi acıyor.

1. Bölüm (Anıtın arka yüzü-Josef Thorak)

2. Bölüm (Anıtın ön yüzü-Anton Hanak)


Kaynaklar: 

1- Murat Bardakçı, “Hitler’in heykeltraşına 5 bin lira verip Atatürk heykeli satın almıştık.”
28 Ocak 2007 Sabah Gazetesi

2- Selim Çapar, “1930-1946 Döneminde Dahiliye Vekaleti ” Ankara, TİAV Yayınları 2015.

3- Artist modern, Haziran-Temmuz 2011

4- 
Prof. Dr. Klaus Kreiser, “Ulus’tan Bakanlıklar’a: Atatürk Döneminden Kalma İki Anıt”
 Goethe-Institut, Ankara 2010


5- Aylin Tekiner, “Atatürk Heykelleri - Kült, Estetik, Siyaset” sf:127-133
İletişim Yayınları, İstanbul 2010


6- Y.Emre Gürbüz, Can Ertuna,“Ütopyaların Nostaljiye dönüştüğü süreçte bir simgenin öyküsü: Ankara Güvenlik Anıtı ve Heykeltraş Anton Hanak”
kebikeç 18, 2004


7- Can Ertuna, “Kızılay’ın Modernleşme Sahnesinden Taşralaşmanın Sahnesine Dönüşüm Sürecinde Güvenpark ve Güvenlik Anıtı”
TMMOB Şehir Plancıları Odası, Planlama Dergisi, Yıl:2005, Sayı:4

8- Bayazıt Oğuz Ayoğlu, “Zafer Anıtı-Güvenpark-TBMM aksının varolan durumunun irdelenmesi ve Cumhuriyet aksı olarak yeniden tasarımı
Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi, Fen bilimleri Enstitüsü, Peyzaj Mimarlığı Anabilim Dalı

9- Bülent Duru, “Mustafa Kemal Döneminde Ankara’nın İmarı”, Cumhuriyet Ütopyası: Ankara
Ankara Üniversitesi Yayınevi, Ankara 2012, sf:173-192